Çocukların mahremiyeti açısından dijital fotoğraflar

Fotoğraf makinesi bundan iki asır önce icat edilmesine rağmen İçinde bulunduğum yaş grubunun bebeklik yıllarına ait neredeyse hiç fotoğrafı bulunmazken, çocukluk dönemimize ait sınırlı sayıda ve düşük çözünürlüklü fotoğraflar eski albümlerimizi süslüyor.

Son 20 yılda dijital kameraların yayınlaşması, kayıt birimlerinin ucuzlaması, üçüncü nesil İnternet’in cep telefonları ile entegrasyonu ve sosyal ağların hayatımızın bir parçası haline gelmesi sonucunda fotoğraf ve video görüntüleri kısa sürede günlük yaşantımızın olağan rutinleri arasına girmeyi başardı. Bunun sonucunda da, geçtiğimiz haftalarda da değindiğim üzere belki de bir daha bakmak aklımıza bile gelmeyecek kadar çok sayıda fotoğraf çekip yığınlar halinde depolamaya başladık.

Geçtiğimiz haftalarda bu gelişmeler sonucu ortaya çıkan dijital istifleme sorunu ile dijital arşivlerin bireylerin ölüm sonrası durumuna ilişkin değerlendirmelerde bulunmuştuk. Bu hafta ise konuya kaldığımız yerden devam ederek, dijital fotoğrafları çocukların mahremiyeti açısından değerlendirmenin faydalı olacağını düşünüyorum.

Yazının başında değindiğim gibi eskiden çok fazla fotoğraf çekinme şansımız olmasa da, günümüze kadar ulaşan fotoğraf albümlerimizi süsleyen çocukluk fotoğrafımız vardı. Elbette, arkalarında tarihe not düşülen bir çift naif sözcük ile sevdiklerimizle paylaştığımız vesikalık fotoğrafları da unutmamak gerekiyor.

Günümüzde ise gençler doğdukları anlardan, hatta annelerinin hamilelik süreçlerinden itibaren çocukluklarına ilişkin hatıraları geleceğe aktarılabiliyor olma ayrıcalığına sahipler. Ancak teknolojinin sunduğu her ayrıcalığın beraberinde getirdiği dezavantajlar da olduğunu unutmamak gerekiyor.

Hassas düşünen aileleri bir kenara koyarsak, günümüzde pek çok ebeveynin çocuklarının her anını sosyal ağlarda rahatlıkla paylaştığına şahit oluyoruz. Hatta sosyal ağlarda çocuklarına ait paylaşımlar ile şöhret sahibi olan, ya da olmak için çabalayan ebeveynlerin bulunduğu da bir gerçek.

Haziran 2022’de Oxford İngilizce Sözlüğü’ne giren ve “paylaşan ebeveyn” kelimelerinin birleşiminden oluşturulan “sharenting” kelimesi, ebeveynlerin çocuklarına ait bilgileri, görselleri ve videoları sosyal medyada paylaşması anlamına geliyor. Farklı tarihlerde İngiltere’de yapılan araştırmalar, ortalama bir ebeveynin, beş yaşından önce çocuğunun 1,500 fotoğrafını internette yayınladığını ve bir genç 18 yaşına geldiğinde kendisi hakkında çevrimiçi olarak 70 bin gönderi paylaşılmış olacağını gösteriyor.

Her ne kadar ebeveynlerin önemli bir kısmının bebeklerin ilk ultrason görüntüleri ile başlattıkları mutlu anılarını sevdikleri ile paylaşım çabaları kötü bir niyet barındırmasa da, çocuklarının dijital ayak izlerini onların onayı olmadan dijital dünyaya taşımaları sebebiyle mahremiyet sorunlarını da beraberinde getiriyor.

Bir yetişkin olana kadar kendisi için neyin doğru olduğuna karar verme yetisine sahip olmayan çocuklukların özel hayatlarının gizliliğine ilişkin düşüncelerinin de zamanla şekilleneceğini düşündüğümüzde, dijital mecralarda geçmişlerine ilişkin hoşnut olmayacakları dijital izler bırakmanın sadece etik bir sorun yaratmakla sınırlı kalmayıp, güvenlik sorunlarına da sebebiyet verdiğini söyleyebiliriz.

Yapılan güncel araştırmalarda, gençlerin ebeveynlerinin kişisel fotoğraflarını ve kendileriyle ilgili bilgileri çevrimiçi olarak paylaşmasından rahatsız oldukları, bu paylaşımların gelecekteki ilişkilerini etkileyeceğini düşündükleri, siber zorbalığa veya kariyer sorunlarına yol açacağı endişeleri barındırdıkları bulgularına ulaşıldığını görüyoruz.

Esasen gençler bu endişelerde haksız değiller, çünkü sosyal medyada herhangi bir şeyi paylaşmak belirli tehlikeleri de beraberinde getirir. Bu tarz paylaşımlar çoğu zaman çocuğunuz için dijital bir ayak izi oluşmasına neden olur. Bunun en sıradan sonucu ise, sosyal ağların kullanım sözleşmesi dahilinde paylaşımı yapılan kişilerin görüntülerini yüz tanıma teknolojileri ile etiketleme ve reklam verenlerle paylaşma gibi pek çok aksiyonda bulunabilmeleridir.

Çocuklarınıza ilişkin fotoğraf ve videoları özel olarak paylaşıyor olsanız bile, insanlar ekran görüntüsü alabilir, bu görüntüleri başkaları ile paylaşabilir, kötü niyetli kişi ve kuruluşlar bu görüntüleri kullanarak sahte profiller oluşturabilir, yapay zekâ yardımıyla görüntüler art niyetle kullanılabilir, siber zorbalık amacıyla utanç düşürücü paylaşımlar yapılabilir ve bu tarz paylaşımlar nihayetinde mahremiyet ihlalleri ve maddi kayıplara yol açabileceği gibi, gençlerin kariyerlerini dahi etkileyecek düzeyde rahatsız edici olabilir.

Olaya mahremiyet açısından baktığımızda, gençlerin ergenlik dönemlerinden itibaren ailelerinden bağımsız kendi sosyal çevrelerinde paylaşımlarda bulunma çabalarında olduklarını biliyoruz. Kendi rızaları olmadan paylaşılan ve aileleri komik ve eğlenceli bulsa bile sosyal çevrelerinde küçük düşürücü bulabilecekleri ya da başkaları tarafından siber zorbalık amacıyla kullanılabilecek içerikler onlara rahatsızlık verebilecektir.

Facebook’un 20 yılını kutladığı şu günlerde, o yıllarda doğan pek çok bebeğin artık yetişkin gençler olduklarını düşünürsek, yukarıda saydığım sorunların gelecekte daha da dikkat çekici hale geleceğini tahmin etmek yanlış olmaz.

Bir süre önce Fransa’da gündeme gelen ve geçtiğimiz yıl yasalaşma konusunda artık son adıma ulaşan bir düzenlemeye göre ebeveynler çocuklarının mahremiyetine zarar verebilecek paylaşımlardan sorumlu olacak ve gelecekte çocukları dava açması durumunda hapse bile girebilecekler.

Bir sonraki yazıda bu konuda değerlendirmelerde bulunmaya devam etmek dileği ile…

Prof. Dr. Mustafa Zihni TUNCA