“Merkez” de Son Durum

Başkan istifa etti. Ama hayat devam ediyor. Merkez’in kadrosu 93 yıllık bir birikim ile hareket etmektedir. Amaç bakımından fiyat istikrarına odaklı bir yapıdır. Bağımsızlığı ise araç bağımsızlığı ile sınırlandırılmıştır.

“Şimdi n’olacak” yerine politikaların devamlılığı ve tutarlılığına odaklanılmalıdır. Sonuçta kurumsal bir yapı, yoluna bir başka başkanla devam edecektir, öyle de olmuştur…

Hazine ve Merkez bankası yapısal olarak birbirini destekleyen ve ortak politikalar ile yürüyen birer yapıdır. Hazine devletin kasasıdır. Yönetimler buradaki kaynakları yöneterek ülkenin refahını, büyümesini ve ekonomik iyileşmesini sağlar. Olur ya Hazinede para bittiğinde ne olacak? Bu beklenen ve istenen bir durum değildir. İşte yönetim de burada devreye girecek, o paranın bitmemesini sağlayacaktır. Bu yüzden yönetim, elinde bulunan birbirinden farklı araç ve kaynakları devreye koyarak buna fırsat vermeyecektir. Merkez Bankası da bu sürecin bir parçasıdır.

Merkez Bankası Başkanı idari sorumludur. Siyasi iktidar ise  hem siyasi hem idari sorumludur. Sorumluluk ve iktidarını kaybetme riski olan hep siyasettir. Atama ile ilgili tek taraflı olarak kararını veren idare, başarısız bir yönetim sergilediyse sonuçlarına da katlanacaktır.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) başkanı dahil idarenin bütünlüğü içerisinde, idarenin başının siyasi sorumlu olarak kendi yönetimini oluşturma hakkı vardır. Sorumluluk konusu da bunu gerektirmektedir. Bir gece ansızın görevlere atamalar olabildiği gibi bir gece ansızın da görevden almalar görülmesi aynı ölçüde tabii karşılanabilmelidir. Bunun bedeli elbette olacaktır. İdare baştan bunu öngörmüştür. Burada iktidarın “oy pusulaları” ile hesaba çekilmesi aynı zamanda seçmenin de iktidarı hesaba çekmesidir.

2001 krizi sonrası TCMB’nin “araç bağımsızlığına sahip” bir kurum olarak tanımlanması TBMM’de kabul edilmişti. Bugüne kadarki yaşananlar bu sürecin bir parçasıdır.

Merkez Bankası bir ülkede bankaların bankasıdır. Halkın güvencesi, devletin de para politikaları konusunda hem kontrolörü hem düzenleyicisidir.  Merkez Bankası politikaları ile dahi “varlığı yeter” bir kurum durumundadır. Piyasaların güven kaynağıdır. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanununda bu durum, Temel görev ve yetkilerin anlatıldığı 4. Maddede “Bankanın temel amacının fiyat istikrarını sağlamak” olarak belirtilmektedir. Bankanın bu amacı gerçekleştirmek için uygulayacağı para politikası ve araçlarını doğrudan kendisinin belirleyeceği söylenmektedir. Bağımsızlık konusu bu konu ile sınırlıdır.

Başkanın öyle görev süresi bitmeden görevden ayrılmasına, yine TCMB Kanunu’ndan bakılırsa, Öncelikle kanunda geçen “hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını desteklerken” ibaresi görülür. Bu kısım hükümet ile TCMB arasındaki uyuma dikkat çekmek içindir. Bunu ifade eden, kanundaki görev ve yetkilerin tanımlandığı hükmün b) maddesi de şöyledir:

“b) Hükümetle birlikte Türk Lirasının iç ve dış değerini korumak için gerekli tedbirleri almak…”

Bu ifade ile TCMB, hem hükümetle işbirliği içerisinde olacak, hem de bağımsız olma gibi bir zorluğun başarılması görevini yerine getirecektir.

Sürekli faiz silahı ile yürüyen bir Merkez Bankası kısa vadede sonuç almış gibi görünse de orta vadede sistemi kilitlemeye adaydır. Bunun için kura karşı yüksek faiz politikasını kullanan, ülkeye fon çekme konusunda faizi hep bir “yem” haline getirmeye mecbur kalan bir Merkez Bankasının, siyasetten bağımsız, tek başına bunu başardığı görülmemiştir. Bu yüzden faizin yüksekliği sayesinde oluşan rahatlığın, ya da faizle gerçekleştirilen iyimserliğin bir ağrı kesiciden farkı yok gibidir. Ağrının kaynağı giderilmedikçe, ağrı kesiciye bağımlılık kaçınılmaz olacaktır.

Merkez Bankası başkanlarını tartışmak yerine, politikaların sürdürülebilir olup olmadığını değerlendirmek ve belirlenen hedeflere ulaşma konusunu ele almak daha doğru olacaktır.

İbrahim Attila ACAR