Hatasız, eksiksiz ve mükemmel olmak mümkün mü?

İnsanın en önemli özelliği hatalı, eksik ve tamamlanmamış bir varlık olmasıdır. Hatalı ve eksik bir varlık olarak insanın yaptıkları, yazdıkları, söyledikleri, duydukları, düşündükleri ve düşledikleri de hatalı, eksik ve tamamlanmamıştır. İnsana atfedilecek olan şey, hatadır, eksikliktir ve tamamlanmamışlıktır. İnsanın hatalı, eksik, tamamlanmamış olduğu gerçeği açık bir şekilde ortada olmasına rağmen, insanlar, bazı kişileri, grupları ve kaynakları mükemmel, hatasız, eksiksiz, en mükemmel şekilde tamamlanmış şekilde vehmetme saplantısı içindedirler. Bir kişiyi, kaynağı, kalıbı, yapıyı ve grubu mükemmel, hatasız ve günahsız vehmetmek, insana dair felsefi, siyasal, kültürel, teolojik, sosyal, ekonomik, entelektüel, bilimsel, ahlaki ve sanatsal sorunların özgürce, açık ve geniş ihtimaller bağlamında tartışılmasını, konuşulmasını, sorgulanmasını ve eleştirilmesini imkânsız kılmaktadır.

Bazı insanlara, yapıtlara, yapılara, kültlere ve kliklere hatasızlık, mükemmellik ve eşsizlik atfetmek, aslında gücü bunların elinde toplamak, gücün merkezileşmesini sağlamak için uydurulan vehimlerdir. Bir kişiyi, kaynağı, yapıyı ve yapıtı  hatasız ve mükemmel olarak vehmetmenin hiçbir felsefi, epistemolojik, manevi, bilimsel, sanatsal ve sosyal gerçekliği yoktur. Bir kişiyi, kaynağı, yapıyı ve yapıtı eksiksiz, kusursuz ve mükemmel vehmetmenin arkasındaki en temel neden, gücü onda veya onun etrafında toplamak arzusu vardır.

Hiç kimse, farklı zamanlarda ve mekanlarda yaşayan insanlarla aynı tecrübeleri yaşamamaktadır. Herkes kendi zaman ve mekân şartları içinde felsefi, teolojik, sanatsal, bilimsel, teknolojik, mitolojik, sosyal ve kültürel tecrübelere sahiptir. Sonraki nesiller, bir önceki neslin yaşadıklarından farklı ve çoğu zaman onlarla zıt tecrübeleri yaşamaktadırlar. İki bin yıl önce Kudüs’te yaşamış birinin inandıkları ve yaşadıkları ile iki bin yıl sonra New York’ta yaşamış birinin inandıkları ve yaşadıkları tamamen birbirinden farklıdır. On beş asır önce on bin kişilik bir kasabada olup bitenler, sekiz milyarlık nüfusa sahip günümüz dünyası için referans ve model olamaz. Bütün bilimsel, sosyal, siyasal, teolojik, sosyal, felsefi ve kültürel yapılar, zamanla   gelişmeler ve değişmeler geçirmektedirler. Bir kişiye, kaynağa ve yapıya hatasızlık, mükemmellik ve tamamlanmışlık atfetmek, aslında tarihsel süreç içinde gerçekleşen değişmeyi ve gelişmeyi inkâr anlamına gelmektedir. Bir kişinin, yapının ve yapıtın hatasız, eksiksiz ve mükemmel olduğunu vehmetmek, aslında, o kişiyi, yapıyı ve yapıtı günümüz dünyasının sorunları karşısında   hiçbir işe yaramayan, ilgisiz ve işlevsiz bir konuma düşürmektedir.

Kişileri, yapıları ve yapıtları eksiksiz, mükemmel ve hatasız vehmetmek, hatasızlık saplantısı içinde yetişen ve büyüyen insanların donmuş, taşlaşmış ve kapalı bir zihin içinde yaşamalarına neden olmaktadır. Kendi inandıklarının ve kimliklerinin mükemmel ve hatasız olduğunu vehmeden kişiler, modern dünyada ortaya çıkan her şeyin zaten kendi inanç ve kimlik dünyalarının geleneksel bir parçası olduğunu sanmaktadırlar. Mükemmellik ve hatasızlık   kuruntusunu inanç ve kimlik haline getirenlere göre, demokrasinin en iyisi yüz yıllar önce zaten kendi inançlarında ve kimliklerinde mevcuttu, bütün bilimsel gelişmelere zaten kendi kaynakları  işaret etmişti, insan hakları en ideal şekliyle kendilerinde vardı, kadına  haklar en ideal şekliyle kendi  kültürlerinde verilmişti, en ideal hukuk sistemi  kendilerinde vardı, en ileri siyaset biçimi onlarda  uygulanmıştı. Modern dünyada  ortaya çıkan demokrasi, özgürlük, insan hakları, hukukun üstünlüğü, barış, ahlak, bilim ve felsefe, hiçbir  dinin, kültürün ve kimliğin geleneksel bir parçası değildir. Aydınlanma, akıl, bilim, gelişme, birey, insan hakları, doğa, hukuk, demokrasi, toplum ve daha birçok kavram ve olgu hakkındaki anlayışımız ve yaşantımız, yüzyıllar öncesinde ortaya çıkmış inançlardan, doğmalardan ve uygulamalardan radikal bir şekilde farklılık göstermektedir. Yüzyıllar önce ortaya konan yapılar ve yapıtlar mükemmel ve hatasız olmadığı gibi, bugün ortaya konan yapılar ve yapıtlar da hatasız ve eksiksiz değildir. Felsefi, bilimsel, sanatsal ve teolojik kesinlik ve doğruluk yoktur. Mükemmellik olmadığı gibi, aslında   mutlaka takip edilmesi gereken otorite de yoktur. Eksikliklerini  her gün fark eden insanlık, bilim, sanat, felsefe, doğa,  ahlak ve toplum alanlarındaki gelişimini ve değişimini sürdürmeye devam etmektedir.

Hatasızlık ve mükemmelik, hiçbir kişinin bireysel bir özelliği olamayacağı gibi kolektif olarak mükemmel ve hatasız olmak da mümkün değildir. Kişiler kusurlu, inançlar ve fikirler mükemmel şeklindeki bir anlayış da   geçerli ve gerçekçi değildir. Bütün kişiler, yapılar, yapıtlar, inançlar ve fikirler de eksik, yetersiz ve   değişmeye açıktırlar. Mükemmel ahlak, ideoloji, kimlik, teoloji, siyaset, kültür, cinsiyet, kitap, tarih, eğitim ve bilim yoktur. Doğruluk, iyilik ve güzellik hakkında nihai en mükemmel söz söylenmemiştir. Bundan sonra söylenecek sözlerde, kesin mükemmel hüküm niteliği taşımayacaklardır. Herkes ve her şey eksik, kusurlu ve tamamlanmamıştır.  Hiçbir kişi, yapı ve yapıt, hatadan, eksiklikten ve olumsuzluktan uzak olmak anlamında kemale ermiş, mutlak doğruya, iyiye, akla, bilgiye ve güzelliğe sahip olma anlamında mükemmel değildir. Hiç kimse doğrunun kalesi olarak hatasız ve kusursuz niteliklere sahip olma anlamında tamamlanmış olarak düşünülemez.

Hatalılık, kusurluluk ve tamamlanmamışlık insanın en temel özelliği ve durumu olmasına rağmen bazı kişiler, yapılar ve yapıtlar kendilerini niçin mükemmel ve hatasız olarak dayatma tutumu içindedirler? Hatasız, kusursuz ve mükemmel olduklarını iddia eden yapılar, yapıtlar, kişiler ve kimlikler, insanüstü güçler tarafından kendilerine kolektif olarak kurtuluş, ayrıcalık ve üstünlük sözü verildiğini herkese inandırmaya çalışmaktadırlar. Mükemmel ve hatasız olduğunu iddia eden yapılar, yapıtlar ve kaynaklar,  kendilerini takip eden herkesin  kaçınılmaz  olarak en doğru, iyi ve güzel inancı takip ettiklerini ve  yaşadıklarını varsaymakta, Tanrı’nın rahmetinin, sevgisinin,  yardımının  onlarla olacağı garantisini vermektedirler.

Kişileri, yapıları ve yapıtları mükemmel, hatasız ve kusursuz olarak putlaştırmak yerine kişiler, kaynaklar, yapılar ve yapıtlar hakkında varoluşsal ve ilişkisel bir insani yaklaşımın geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Bütün bilimsel, teolojik, felsefi, ahlaki, siyasal, sosyal ve  ekonomik anlayışlarımızı içinde bulunduğumuz  insani ve kültürel durum ve çerçeve içinde değerlendirmeli, anlamalı, ifade etmeli ve geliştirmeliyiz.

Prof. Dr. Bilal SAMBUR