Tecrübeli İnsan-lık Modeli

Her kötü olayda bir iyi yan, her iyi olduğunu düşündüğümüz olayda ise kötü bir yan bizi etkileyebilir. Yansımalarını ya da etkilerini tahmin edemediğimiz bu genel olaylar sonucunda öğrenir ve gelecek adımlarımızı nasıl atabileceğimiz konusunda fikir sahibi olabiliriz. Tüm bu biriken fikirler ise bizleri “tecrübe” şemsiyesi altında bir arada toplar ve kısa bir süreliğine sağanak yağışın etkisinden uzaklaşmamıza yardımcı olabilir. “Tecrübe” kelimesi mizah içeren ifadelerle tanımlandığında bizleri gülümseten ancak mizahtan uzak gerçek tanımıyla ifade edildiğinde ise hüzünlendiren bir kelime olarak karşımıza çıkabilmektedir.

Sigmund Freud’un akılda kalıcı bazı sözlerini günlük hayat akışımızda duyduğumuz ya da kullandığımız zamanlar olmuştur. Yine bu sözlerden bir tanesi ki insanda direnerek kabullenme hissi oluşturuyor, şöyle diyor; “İnsanlar yavaş yavaş inanmamayı, güvenmemeyi, sevmemeyi ve kronik şüpheci olmayı öğrenir.”. Tecrübe ve tecrübeli insan tanımının yapıldığı bu sözün doğruluğu konusunda direnmekten söz ediyorum. Elbette özellikle şu dönemde nasıl hızla aktığı anlaşılamayan “zaman” her derdin ilacı olabileceği gibi ne yazık ki insani duyguların körelebilmesi açısından da iki ucu keskin bıçak rolünü üstleniyor.

Zamanın bu karşı konulamayan akışı ve beraberinde getirdiği örnek olaylardan olan savaşlar, salgınlar, doğal afetler sonucundaki kayıplar kaçınılmaz olsa da bu kayıplara alışmak aslında insanlığın bu olayları kanıksaması şeklinde de yorumlanabiliyor. Örneğin, her gün merakla takip ettiğimiz pandemide kaybedilen hayatların normalleşmesindeki “normal” kelimesine değil de normale ne zaman dönülebileceğine duyulan özlemin vurgulanması da bu kanıksamanın diğer bir ilginç yansıması olarak algılanabilir. Bir nevi kayıplar olağan ama peki ne zaman normale döneceğiz?”, sorusunun cevabını bekliyor halde bulabiliyoruz kendimizi!

Batı yazınında “yabancılaşma” (estrangement) terimi sıklıkla kullanılıyor bu tuhaf normal algısı da sanki yabancılaşma hissi oluşturuyor. Hayata devam etmek bir işten diğerine koyulmak, sosyalleşmeyi devam ettirmek elbette her birimizin yapması gereken yaşam döngüleri ancak bu döngüde “yabancılaşmak” bizleri aynı zamanda farkına varmadan kayıplara alışmaya ve günü birlik bir hayat mücadelesine sürüklüyor. Günübirlik vurgusunun önemli olduğunu düşünüyorum çünkü süre gelen salgında hayatta kalma sürecinde saatlerle mücadele ettiğimiz zamanlar oldu ve oluyor belki de bir süre daha bu salgın sürecini atlatmakta güçlük çekmeye devam edeceğiz. Ayrıca, sürecin daha devam etmesinin elbette maddi ve manevi sonuçlarını tecrübe etmekteyiz ve edeceğiz ancak maneviyatta meydana gelen kayıpların telafisi için epey emek sarf etmemiz gerekecek gibi duruyor. Bu aşamada birinci sihirli kelimemiz olan zaman ile ikinci mucize olan emek kelimesini yan yana koyacağız. Burada Freud’un acı gerçeklerin altını çizdiği sözüne geri dönmemiz gerekecek. İnanmak, güvenmek, sevmek ve bağlanmak için emek harcayan insanın aslında zamanla tüm emeklerinin boş olacağını belirten bu söz bir nevi insanlığın genelini kaplayan bir kangren gibi insanlığımızı hissizleştirecek. Ancak insanlık inanmaya, emek vermeye, sevmeye ve bağlanmaya devam edecek yani tıpkı doğası gereği temel ihtiyaçlarından vazgeçemeyecek olması gibi. Ne yazık ki istenmeyen, beklenmeyen ve üzücü kayıplar olacak ama bu kayıplara alışmadan hep en insani duygularımızla üzülecek ve hatırladıkça hüzünleneceğiz.

Hayat hepimiz için yeterince uzun değil ortalama insan ömrünün üzerinde bile yaşasak hala o ilk çocukluk yıllarımızdaki gibi hissedip bir bu kadar daha yaşamak istiyor olabileceğiz. Büyümek isteyen çocuklar, çocuk olmak isteyen büyükler döngüsü böyle devam edip gidecek. Ebeveynlerimizin geçmiş tecrübeleri gelecek hayatımız ile biz farkında olmadan ilişkilendirilmiş bir şekilde benzerlikler sunmaya devam edecek. Ancak ümit ediyorum ki alışmadan ve yabancılaşmadan acı/tatlı tecrübeler kazandığımız ve kazanacağımız hayatlarımızda yine inanmaya, sevmeye ve güvenmeye devam edeceğiz.

Dr. Öğr. Üyesi Tuğba ERHAN