Vergilere de Maaşlara da “Zam”

1991 seçimlerini hatırlayalım bir daha?..                                                                                                                                        Seçim kampanyalarına denk gelen bir tütün başfiyatı açıklaması var ki bugünleri aratmayan vaatler, rakamlar havada uçuşuyor. Eninde sonunda tütün başfiyatı açıklanacak. İzmir – Istanbul yolu, Akhisar dolaylarında, davul zurna eşliğinde, traktörlü tütün üreticileri tarafından kesilmiş. Kazanlarda yemekler hazırlanıyor. gazeteler TV’ler canlı yayında. Ama açıklan(a)mıyor… Dönemin başbakanı Mesut Yılmaz, IMF ile görüşmeler yapmış yüksek başfiyat verecek ama veremiyor… Süleyman Demirel bir defa daha tecrübesini konuşturuyor: “Vermeden almak olmaz!..”  deyip tarihi seçim vaadini meydanlarda açıklıyor:  ”Kim ne veriyorsa, ben  beş lira fazlasını vereceğim.”  Evet, seçimi kazanıyor. Bu taahhüdü yerine getiremese de %27 oy alarak iktidar oluyor.

“İş, aş Haydar Baş” sloganıyla dönemin bir başka parti genel başkanı,  “herkese 500 ₺ maaş” sözü vermişti.

Kemal Kılıçdaroğlu ilk defa 2011 seçimlerinde çıktı halkın karşısına.Onun vaadi, rahmetli Baş’ın teklifinden  100 ₺  daha fazla idi. yanında askerlik 6 ay, parası olmayana “bedelsiz askerlik”  şeklinde sunulmuş bir teklifi daha vardı ancak karşılık bulmamıştı.

“Futbolda ofsaytı kaldıracağım” diyen  Besim Tibuk’u da unutmayalım, bu arada.

Bu kadar bol keseden verilen seçim sözleri üzerine halkın/ seçmenlerin de beklentileri değişmeye başladı. “Alabileceklerini” fazlasıyla gördüler.

40 yaşında emekli olmak isteyen milyonları mı anlatalım;                                                                                                            Yaşadığından daha fazla emekli olarak hayat sürmek isteyenlerden mi söz edelim;                                                                    Daimi olarak bir maaşı garanti edip,
Bir ömür “ekmek elden, su gölden” bir hayatı özleyenlere mi getirelim sözü?

Emekli, memur, işçi hepsi biziz… Ancak kantarın topuzu kaçmıyor mu? Bedel sonuçta, bütün hepimize çıkıyor.

Her şeyden önemlisi yürüyen bir reel ekonomi var.
Üretim kolay değil;
Sanayici ne maliyeti tutturabiliyor, ne etiket fiyatı gerçekçi…
İnşaatçi beş yıldır beklediği gelişmeyi sağlayamasa da küsmedi.
Turizmci, 100 milyon turiste giderken, her yıl yeni bir sürprize alıştı artık.
Çok yatırım yaptık: Yatak sayısında, doğal güzelliklerde Akdeniz’in incisi haline geldik.

Çiftçinin şartları çok ağır…  Büyük emekler, büyük hayallerle başlayan ekim dikim;  afet ve kuraklık yüzünden, mutlu sona ulaşmıyor: ürünün hasadını yapamadan, zarar gören ürün tarlada kalıyor.
İhtiyaç çok!.. her gün yeni bir ürün reklamını görüyoruz.  Yeni ürün için “gelir” lazım. Gelir için çalışmak lazım… Ama daha fazla gelir elde etmek mümkün değilse, sabit gelir grupları bu defa maaş ve  ücretlerine yüksek zam beklentisine giriyor…

Devlet denilen aygıtın da kırk tilkinin kuyruğu ile bir mücadelesi var: hiçbirini birbirine değdirmemeye çalışıyor.          Üstelik kendi içinde bir dengesi var zaten: Vergisi algısı, harcaması, borcu derdi vs vs. derken bir de beklenti yaratıyor. Ama her yeni dönemde, bir yanda refahı arttırsın, öbür yanda geliri yaysın… bir yanda yeni üretim alanları oluştursun, istihdam oluştursun, öte yanda ihracatı kolaylaştırsın… Bir yanda alım gücünü arttırmak için ekonomiden imkanlar sunsun, yatırımların önünü açsın… Diğer yanda fiyatlar genel seviyesini dengede tutsun…  Bütün bunları da  halka müracaat etmeden (vergi) çözsün (?) yani devlet olmak da kolay değil…

Miyop uzağı göremez!..                                                                                                                                                                Uzağı görememek sonraki riskleri de öngörememek demektir.

Bu seçim döneminde gördüğümüz gibi önce maaşlara zam, sonra vergilerde artışlar, ekonomideki çalkantıların artmasına sebep olur. Çünkü devletin harcamalarının kaynağı vergilerdir. Ne kadar harcama yapılırsa bir o kadar da vergilerle yeni gelir elde etmek gerekmektedir.  Bu yüzden siyasetin yeni kavramı “politik miyopi” dir.
Sonuçta ekonomiye dair politik kararların bedeli de halka  yansıyacaktır.

Siyasetçi için ayı, güneşi, yıldızları vadetmenin sonu yok ki…  Haydi birisine tamam dedik… Ya sonra?.. Ancak seçim kazanmak için  önce vââdetmek gerekmektedir. Bu beklentiler makul olmadığı sürece, “mazot 1 ₺, herkese üniversite, seçim sonrası, bir defada herkese  10.000 €” gibi teklif ve vaat listesinin sonu gelmeyecektir.
Unutulmaması gereken en önemli gerçek; “Vermeden alınmaz!..”
Ayakları yere basmayan her vaadin bedeli, önce vergi olarak halka;
Vergi toplayamazsa borçlanma yoluyla  artan faizler ile yine halka,
Son olarak azalan üretim, artan fiyatlar ve enflasyonla tüm vatandaşlara ödettirilecektir..

Enflasyon tek başına paranın değer kaybetmesi değil;  değerlerin de aşınmasıdır.                                                                                        Önce değerlerin kıymeti düşer, sonra da paranın

 

İbrahim Attila ACAR