Onu Alma Beni Al !..

Seçmene para dağıtmanın sonu yoktur. Bu seçim de geçer sonunda.  Birine makam mevki, birine erken emeklilik, bir diğerine kadro; kalanına da 10 bin dolar dağıtarak seçim kazanılsaydı,  bugün cumhurbaşkanlığı yarışında başkalarını oylardık. Vaadlerin ya da vermenin bir sonu ve ahlâkı olmalıdır. Herkese vermek adalet de değildir…

Seçim dönemleri ülke ekonomileri için kriz dönemidir. Herkes iktidar olmak ister. İktidarın temel hareket noktası “vermek üzerine” kurulmuştur. İktidar olmak isteyen, işçiye, memura, çiftçiye ve diğer  vatandaşlara vereceklerini ortaya koyar. Bunlar belli bir zamanda olmayıp, zamana yayılıyor. O yüzden kısa vadede sonuç vermeyebiliyor.  Bazen de EYT konusunda olduğu gibi yığılıp gelip seçim zamanı, ‘seçim ekonomisi’ gibi ortaya çıkıveriyor.  Ancak belirli bir noktada siyaset üzerinde bir baskı aracı haline de dönüşebiliyor.  Bu defa seçimler, ‘demokrasi için bir araç mı, yoksa çıkar gruplarının menfaatlerini gerçekleştiren bir yol mu’ tartışılmaya başlıyor.  İşte burada sıkıntı çıkıyor…

1993’te Tansu Çiller iktidara,  ‘herkese iki anahtar;  ev ve araba’ vaad ederek geldi.  Mevcut iktidarı refah getirememekle, geliri paylaştırmamakla eleştirdi.  Vaatlerini halka anlatıp ikna edebildi. Sonuçta bir iktidar değişikliği yaşandı.

Hükümetler de özellikle seçim zamanlarında, bu baskıya dayanamıyor.  Aynı zamanda, makam mevkilerin dağıtımında da bu örgütlü yapılar etkin oluyor.  Herkesi memnun edemeseler de istediğini alanların olduğu bir gerçek. Siyaset bu makam mevki ve kaynak dağıtımının bir aracı haline geliyor.  Sonuçta bir kısmı istediğini alıyor: siyasetçi iktidarı alıyor, vatandaş  menfaatine kavuşuyor.  Bunun iktidar,  muhalefet partisi olmasına gerek yok. Vermek üzerine kurgulanan bir seçim politikası,  ‘kim daha çok verirse ona oy vereceğiz’ de olabiliyor;  güven vermeyen siyasetçiyi dışlama haline de dönüşebiliyor.

Bu konuda seçmenin rasyonel olması, politikaların gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine de gelip dayanıyor. Seçmen siyasetçiyi sorguluyor:  “O, bunu yapabilir mi?” deyip, ona göre karar veriyor. O dönem, 1993’te Tansu Çiller’in iki anahtar vaadi tutmuştu.

Bir de nereden nasıl dağıtılacak, kimlere verilecek konusu da önemlidir.  Ancak ek bir şeyler vaad ediliyorsa ek kaynaklar da olmalıdır.  Ancak mevcut pasta aynı kalacaksa dağıtılan paylar değişir.  Pasta büyütülememektedir. Bunun büyümesi için üretimin, gelirin, çalışan sayısının artması lazım. Yeni bir üretim modeli, yeni bir teknolojiye ulaşmamız lazım ama şimdilik bu mümkün görünmüyor.

Muhalefet de Türkiye ekonomisi hakkında yeterli ve gerekli bilgiye sahip değildir.  Sadece IMF, Dünya Bankası, OECD verileri ile  politika üretilemez. Bunun için milletvekillerinin ilgili bakanlık ve kurumlardan bilgi alması son derece önemlidir.

Bir de ekonomide karartma var tabii… Muhalefet buna ilgisiz de iktidar da bu açıklarını göstermeye pek de niyetli değil. “Muhalefet eleştirmesin” diye bütçe açığı gizlenirse bu demokrasi açığını doğurur. Demokrasi açığı, tiranlaşmanın önünü açar. Muhalefet de bunun farkına varmazsa,  yeterince seslendiremez. Demokratik olarak eksik bilgi ile oylamaya girmek kararların sağlıklı verilmesine de engel olur. Yanlış bilgiyle oluşan parlamento ve yönetim, vergilendirme ve harcama dağılımında da sağlıklı kararlar alıp veremeyecektir.  Siyaset son sözünü söyledi, sıra seçmende.

Prof. Dr. İbrahim Attila ACAR