Cumhurbaşkanını Seçerken

Türkiye ikinci yüzyılının ilk Cumhurbaşkanını seçiyor. Zor günlerden geçildi. hem seçim, hem yönetim, hem de dünyanın krizleriyle birlikte seçime bagajı dolu giriyor. Yüksek enflasyon, işsizlik, yüksek borç ve CDS seviyesine ek olarak doğal afetler de yaşandı… jeopolitik gerilimler, gıda ve enerji riskleri de ülkeyi hiç kendi başına bırakmıyor.

2023 ’e şu an 450 milyar dolar dış borç ile giriyoruz. Bu borcun yıllık maliyeti 45 milyar dolar faiz ödemesi var.  45 milyar da cari açık eklendiğinde toplamda 90 milyar sadece böyle bir yük altındayız.  Gerilimin kaynağı bu… Sürdürülebilir borç yönetimi konusunda şerbetliyiz, fakat kalıcı çözümlere de ihtiyaç bulunmaktadır.  Bunların yönetilmesi konusunda çok öneri ortaya konulamayınca, bu defa seçmeni kısa yoldan mutlu etmeye çalışan, popülist politikalar egemen oluyor.

Türkiye seçim sürecine giderken, hem seçmeni ikna edecekler, hem kendisini anlatacak; hem de vaatlerini gerçekleştirmeye yönelik akıllarda soru kalmayacak. Mesela bir 300 milyar dolar kaynak konusu var. Ama bunu ham haliyle, geliştirmeden seçmene sundular. İlk anda iktidar olalım ertesi gün 300 milyar dolar kasada imajı verildi. Sonra bir sene, sonra beş sene; en sonunda “bu proje kredisi, on seneden önce olmaz!”  denildi. Bir anlaşma yapılmış olabilir.  Kaynak da gerçekçi olabilir.  Ancak bu güçlü argümanı bile halka aktaramadılar. Muhalefet ya da iktidarın eksikliği diğerine yarar. Muhalefet ne kadar güçlü ve argümanları güçlü olursa, iktidar o kadar güçlü olur. Vaadin ayrıntısı yok, programı yok, dolayısıyla eksik bilgi seçmende ters teper.

İYİ BİR GELİR Mİ, MUTLULUK MU?

Para rasyoneldir, uyumaz, sürekli dinç durur ve vatandaş kendi geleceğini ona göre belirler. Türkiye ekonomi olarak 20. Sırada ama mutluluk olarak 112. sıradan 106. sıraya yükseldi; sevinmeli miyiz? Sebep gelir dağılımından yozlaşmaya pek çok neden sayılabilir.  Gelir  dağılımı hesaplanırken nüfus beşe, gelir de beşe pay edilir. Herkesin eşit pay alması beklenir.  16-17 milyon kadar her beşte birlik kısım geliri paylaşacak.  Ancak öyle olmuyor. En düşük gelir grubu gelirin yüzde 5’ini alıyor. En yüksek gelir grubu da gelirin yüzde 55’ini… Bu hiç de adil değil!.. Mutsuzluk ve memnuniyetsizliğin kökeni biraz da burada.  Arada  10 kat fark var. Bu fark bu kadar açıldığı zaman düşük gelir grubunda memnuniyetsizlik başlıyor.

TARIM DA SAHİPSİZ

Cumhuriyetin kurulduğu dönemde nüfusun yüzde 80’i köydeymiş, bugün yüzde 8’i köyde. İnsanların yüzde 92’si şehirlere gelmiş. Şu an Ege Bölgesi’nde ekilebilir arazilerin yüzde 40’ı ekilebiliyor. Üretim yetmiyor haliyle. Sonra “samanı bile  ithal” eder hale geliyoruz.  Bir de tarımsal alanlar yok ediliyor. Artık tarım yapılabilecek yerlerde binalar  var, tarım yok o alanlarda.  Aydın ovası, Muğla ovası, Nazilli ve birçok yerde tarım alanlarına binalar dikmişiz. ‘Tarımın sürdürülebilir olması lazım’ stratejisini doğru yapmamız lazım. ‘İnsanların geliri mi, mutluluğu mu fazla olmalı?’ sorusunu araştırınca  hemen üstümüzde Gana’yı daha mutlu gördük. Gana’da insanların gıdaya ulaşımı garanti edilmiş. Tarım stratejik sektör olmuş. Sorun yok, açlık yok, devlet tarım politikasına yön veriyor. ‘Üretim ne kadar olacak, nasıl üretilecek, kim ne üretecek, kimlere satılacak, gelir nasıl dağıtılacak?’ planı belli. Mutluluğu bu yüzden fazla. Kolombiya, Bolivya, Ermenistan bile 30 sıra üstlerde… Son ülke arasında olmayı hak etmiyoruz.

EKONOMİ İLETİŞİMİ YETERLİ DEĞİL

İletişimsiz ekonomi olmaz. İnsanlara döviz kuru şu olacak, cebindeki para değer kaybetmeyecek, satın alma gücünü kaybetmeyeceksin dediğimizde bu bir taaahhüt olacak. Şu an ‘İktidar değişsin, ekonomi de batsın, ülke de toz olsun, yeter ki iktidar gitsin, ya da ne olursa olsun biz iktidarda kalalım diyerek bir ekonomi iletişimi sürdürülmez. Doğru muhalefet iktidarlara yol gösterir. Doğru muhalefet halkı da doğru yönlendirir.  Bütçe açığı mı var, anlatacaksınız… Enflasyon işsizlik yüksek mi, izah edeceksiniz.  Yolunda gitmeyeni de gideni de halkın bilmesi hakkıdır.

Bunun bedeli vergi ise kimlere ne ölçüde yük geldiği anlatılmalı; harcamalardan kesinti yapıldıysa ne ölçüde kesinti yapıldığı açıklanabilmeli. Bir “acı reçete” ise önerilen, etkisi, süresi konusunda toplum bilgi sahibi olmalı.  Sonrasında vatandaş bunu oylarıyla onaylar ya da reddeder.  Birini gönderir bir diğerini getirir.

MUHALEFET ELEŞTİRMESİN DİYE…

Muhalefet eleştirmesin” diye bütçe açığı gizlenirse bu demokrasi açığını doğurur. Demokrasi açığı tiranlaşmanın önünü açar. Muhalefet de bunun farkına varmazsa,  yeterince seslendiremez. Demokratik olarak eksik bilgi ile oylamaya girmek kararların sağlıklı verilmesine de engel olur. Yanlış bilgiyle oluşan parlamento ve yönetim, vergilendirme ve harcama dağılımında da sağlıklı kararlar alıp veremeyecektir.

Paralel devlet böyle böyle ortaya çıkar. Bunu engellemek için demokrasi, bütün kurallarıyla işleyen bir model olarak yürürlükte olmalıdır. Son noktada seçim ile gerçekleşen demokratik sürecin işlerliği de buna bağlıdır.

Ekonominin bugünkü sonucu enflasyondur, döviz kurudur, işsizliktir, gelir dağılımı bozukluğudur, cari açıktır… Ama bunların her biri bir sonuçtur. Buraya nasıl gelindiyse, neler ihmal edildiyse öncelikle onları düzeltmek gereklidir.

Devletin ekonomiyi nasıl yönettiğinin önemli göstergesi bütçe verileridir.  Eskiden bütçe açıklandığında gazetelerde uzun uzun kritikler yer alır, kurumların bütçe payları değerlendirilirdi. Şimdilerde ise bu kritikleri göremiyoruz.  Basın yayın organları ve web siteleri Cumhurbaşkanı yardımcısının dağıttığı bu bütçe bilgi metnini olduğu gibi sayfalarına taşıyarak, yorumsuz, kritiksiz habercilik yapmaktadır. Dolayısıyla bütçe içeriğini de çok algılayabilen bir ekonomi gazeteciliğinin ve gazetecilerinin de bulunmaması bu açık uygulamayı kadük bırakmaktadır. Sonuçta bütçenin açıklık ilkesi, anlaşılırlık ilkesi bakımından eksik kalmakta; yazılan çizilenler anlaşılmamaktadır.

Demokrasi verilerdeki detaylara girildikçe gelişecek. Açıklık oluştukça, bilgi sahibi oldukça gelişecek. Uygulamaların ekonomik sonuçlarını, yolsuzluk varsa bu bağlantıları ortaya koyabildiğimizde demokrasi yerleşiyor. Vaatlerin karşılık bulması seçim sonrasında görülecek bir durumdur.  Ekonomide seçimin bu dönemde olması itibariyle tam zamanına gelmiştir, diyebiliriz.

Yeni gelecek hükümet bir ekonomi programıyla gelecek şüphesiz. Ancak 9 ay sonra yerel yönetimler seçimlerinin olması, programın yeterince sıkı bir politika olmasına da engel olacaktır.  Yine de ekonomi sürecini doğru bir şekilde yönetecek, daha güzel günlere ulaşacağımıza inanıyorum. Bununla birlikte Pazartesi günü her şey bir yana, şunu düşünmeyelim:  ‘Döviz kaç olur, faiz kaç olur?’… Bunlar gelip geçer. Önemli olan ekonomide geleceğe yönelik beklentilerin olumlu olması ve halkın bu olumlu beklentiye inanması ve satın almasıdır.

Prof. Dr. İbrahim Attila ACAR