Senin özgürlüğün bittiği yer benim burnumun ucudur

Son günlerde herkes kamuoyunda ‘Sosyal Medya Yasası’ olarak bilinen 7418 Sayılı ‘Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’ hakkında konuşuyor. Kimileri bunun sosyal medyanın susturulması için çıkarılan bir e-sansür yasası olduğunu dile getirirken, kimileri ise bu kanunun geç bile kaldığını ifade ediyor.

Neden böyle bir kanun çıktı, gerçekten ihtiyaç var mı, eksik veya düzeltilmesi gereken kısımları var mı, ya da daha farklı bir düzenleme nasıl olurdu gibi soruları tartışmak bence kamuoyunun bu konuya olan hassasiyetini göstermesi açısından önem arz ediyor. Bununla birlikte, sadece sosyal medyada duyduklarını esas alarak bu kanunu öven ya da kötüleyenlerin sayısı da küçümsenemeyecek düzeyde.

O yüzden de bir süre bu konuda yazmanın faydalı olacağını düşündüm. Öncelikle bu ilk yazıda düşünce özgürlüğü kavramından başlamak istiyorum. İnsanın en temel haklarından birisi kabul edilen düşünce özgürlüğü demokrasinin temelini oluşturması açısından önem taşır. Ancak, diğer tüm özgürlüklerde olduğu gibi düşünce özgürlüğünün de sınırları net bir şekilde çizilmek zorundadır, çünkü bir kişinin özgürlüğü, toplumun diğer üyelerinin özgürlükleri ile sınırlıdır. Bu konuda “Senin özgürlüğün bittiği yer benim burnumun ucudur” olarak çevrilebilecek İngilizce bir deyiş bile vardır.

14 Ekim tarihinde Twitter’da 7418 Sayılı Kanun hakkında görüşünü bildiren Almanya Dışişleri Bakanlığı da bu noktaya vurgu yaparak şu ifadeyi kullanmış:

Demokrasimizi canlı tutan, ifade özgürlüğümüzdür.

Peki, gerçekte Almanya her konuda sınırsız ifade özgürlüğü tanıyan demokratik anlayışa sahip bir ülke mi?

Eğer Wikipedia (İngilizce versiyonu) yanıltıcı bilgi içermiyorsa; Alman Ceza Kanunu’nun 80. maddesine göre “anayasaya aykırı örgütlerin propaganda araçlarının yayılması”, 130. maddesine göre ise “nüfusun belirli kesimlerine yönelik nefretin kışkırtılması” suç olarak kabul ediliyor.

Bakın, ilgili kanunun 130. maddesinde suç kabul edilen davranışlar tanımlanırken ifade özgürlüğüne yönelik neler yasaklıyor:

Barışı bozabilecek şekilde nüfusun belirli kesimlerine karşı nefreti körüklemek veya onlara karşı şiddet veya keyfi tedbirler çağrısında bulunmak,

Barışı bozabilecek şekilde nüfusun kesimlerini aşağılamak, kötü niyetle kötülemek veya karalamak,

Nüfusun bazı bölümlerini veya daha önce belirtilen bir grubu aşağılayarak, kötü niyetle karalayarak başkalarının insanlık onuruna saldıran yazılı materyalleri yaymak, kamuya açık hale getirmek, üretmek, elde etmek, tedarik etmek, stoklamak, teklif etmek, duyurmak, övmek, ithal veya ihraç etmeyi taahhüt etmek veya başka bir yazılı materyalin bu şekilde kullanımını kolaylaştırmak,

Barışı bozabilecek şekilde Nasyonal Sosyalizm yönetimi altında işlenen bir eylemi onaylamak, reddetmek veya küçümsemek.”

İlgili kanun maddeleri her ne kadar ‘Yahudi Soykırımı’nı inkâr’ ve ‘Nazi propagandasını önleme’ye yönelik hazırlanmış olsa da teknik olarak bakıldığında sosyal ağlar da dahil olmak üzere her türlü ortamda düşünce özgürlüğünü sınırlandırdığını söylemek mümkün.

Benzer kanunlarla Fransa başta olmak üzere bazı ülkelerde Ermeni lobisi desteğiyle çıkarılan sözde Ermeni Soykırımı’nı inkâr yasalarının da batı dünyasının düşünce özgürlüğü önüne set çektiği siyasi engeller arasında yer aldığını biliyoruz.

Sosyal medyada düşünce özgürlüğünün önündeki asıl bariyer ise ifade özgürlüğü için bir platform oluşturduklarını iddia etmelerine rağmen aksi yönde hareket eden sosyal medya şirketlerinin kendileridir.

Teknoloji baronu haline geldiklerinden beri devletlere bile kafa tutabilen sosyal medya şirketleri, kendi belirledikleri standartlar dışında yapılan paylaşımları sansürleyebilmekte, ilgili kullanıcıların hesaplarını askıya alıp tamamen kullanıma kapatabilmektedir.

Bu ağlarda, Avusturya ve Hollandalı siyasilerin ifade özgürlüklerini sınırsız bir şekilde kullanıp İslam karşıtı karikatür ve hakaret dolu paylaşımlarda bulunmalarına göz yumulurken, diğer pek çok ülkenin siyasetçilere karşı aynı toleransı göstermediklerini biliyoruz.

Bunun en güzel örneğini önceleri İran ve Filistin gibi ülkelerin liderlerinin hesaplarına yönelik sınırlamalar koyarak, sonraki dönemlerde ise pek çok devlet yöneticisinin paylaşımlarını kaldırarak ve en nihayetinde Trump’ı ömür boyu bu ağları kullanmaktan men etmekle gösterdiler.

Aşı karşıtı gruplara sansür uygulama, LGBT karşıtı söylemlerde bulunan hesapları askıya alma, Filistin’i destekleyen ya da İsrail’i eleştiren paylaşımları sansürleme gibi uygulamalar da benzer düşünce özgürlüğü karşıtı uygulamalar arasında yer alıyor.

Benzer bir şekilde, kullanıcıların katkılarıyla hazırlanan Wikipedia’ya yeni konular ekleyebilir, pek çok konuyu güncelleyebilirsiniz ancak en başarılı makalelerden birisi olarak örnek gösterilen Ermeni Soykırımı başlıklı madde üzerinde herhangi bir değişiklik yapamazsınız.

Özetlemek gerekirse, düşünce özgürlüğü kavramı bazılarının iddia ettiğinin aksine dünyanın hiçbir yerinde sınırsız bir şekilde insanlara altın tepsi üzerinde sunulmuyor. Sınırlarını belirleyenler ise erk sahiplerinden başkaları değil.

O yüzden de, bir sonraki yazıda “sosyal medyada düşünce özgürlüğü sınırlandırılmalı mı?” sorusunu değil, “sosyal medyada düşünce özgürlüğünün sınırları ne olmalı?” sorusunu değerlendirmemiz uygun olacaktır.

Prof. Dr. Mustafa Zihni TUNCA