Doğrudan konuya girmek istiyorum. Her şeyin aşırısı zararlıdır, buna bilgi de dahil. ‘Enfobezite’ (enformasyon obezitesi’nin kısaltması) olarak da adlandırılan ‘aşırı bilgi yüklenmesi’ kavramı, kişinin belirli bir konuda aşırı bilgiye sahip olduğu durumlarda o konuyu sağlıklı bir şekilde kavrama ve etkili bir şekilde karar verme zorluğu yaşamasına sebep olması sebebiyle önem arz ediyor.
Bundan üç ay kadar önceki bir yazımda paylaşmıştım ama hatırlatmakta fayda var. Fransız eleştirmen Adrien Baillet, 1685 yılında kaleme aldığı bir yazıda matbaanın icadı sonuca basılmaya başlayan çok sayıda kitabın aşırı bilgi yüklenmesine sebep olacağını iddia ediyordu:
“Müthiş bir moda haline gelip her geçen gün sayıları olağanüstü bir şekilde artmaya devam eden çok sayıda kitabın gelecek yüzyılları Roma İmparatorluğu’nun çöküşünü izleyen yüzyıllar kadar barbar bir duruma düşürebileceği düşünmek bile korkmamız için yeterli. Bu tehlikeyi önlemek için faydalı kitaplar ile işe yaramayanları belirleyip faydalanacaklarımızı saklayarak atmamız gerekenlerden ayırmadığımız sürece endişelenmek için bir sebebimiz hep olacak.”
Aydınlanma Çağı’nın meşhur düşünürlerinden ve ‘Ansiklopedi’ adlı eserin editörü Denis Diderot ise 1755 yılında aynı eserde şu ifadeleri kullanıyordu:
“Yüzyıllar ilerlemeye devam ettikçe, kitapların sayısı sürekli artacağını ve gelecekte kitaplardan bir şeyler öğrenmenin neredeyse tüm evreni doğrudan incelemek kadar zor olacağını tahmin edilebiliriz. Bilgiyi gizlenmekte olduğu muazzam miktarda ciltli eserin arasında bulmak, doğada gizlenmiş bir parça gerçeği aramak kadar zahmetli olacaktır.”
Evet, muhtemelen şu anda Diderot’un bahsettiği günlerde yaşıyoruz! Her türlü bilgi elimizin altında olmasına rağmen ihtiyaç duyduğumuz doğru bilgiye ulaşmak bir o kadar da zor. Çünkü, ihtiyaç duyabileceğimiz bilgiye rahatlıkla ulaşabileceğimize inandığımız kutsal bilgi kaynağının 7/24 elimizin altında olmasının verdiği rahatlık sayesinde aslında hiçbir bilgiye sahip olmayışımızı artık çok da umursamıyoruz! Tıpkı her fırsatta örnek verdiğim Platon’un eserinde bilge kral Thamus’un yazıyı bulan mucit kral Theuth’u uyardığı gibi:
“Onlar birçok şeyi işitecekler ve hiçbir şey öğrenmemiş olacaklar; her şeyi bilen gibi görünecekler ve genellikle hiçbir şey bilmeyecekler; gerçekte var olmayan bir bilgelik gösterisine girişen sıkıcı varlıklar haline gelecekler.”
‘Enformasyon Eylem Oranı’, ilk kez 1985 yılında Neil Postman tarafından kullanılan ve sahip olunan bilginin ne kadar amaca yönelik fayda sağladığını gösteren bir rasyodur. Sunulan bilginin ne düzeyde eyleme dönüştüğünü göstermesi açısından faydalı bir istatistik olarak düşünülebilir. Rakamsal olarak bu oranın düşük olması arzulanır. Çünkü, erişilen yüksek miktarda bilginin eyleme dönüşememesi durumunda, yani bu oran ne kadar yüksekse, bireylerin aşırı bilgi yüklemesine maruz kalmalarına rağmen bu bilgilerden hiçbir faydalı bir çıktı ortaya konulamadığı anlaşılır.
Sürekli sosyal ağlardaki bilgi kirliliğinden yakınıyoruz, ancak sadece dezenformasyon değil, Postman’ın bahsettiği ‘Enformasyon Eylem Oranı’ da aslında sosyal ağlarda bilgiye erişimin kolaylaşması yüzünden oraya çıkan aşırı bilgi yüklenmesinin bilgi zehirlenmesine sebep olabileceğini gösteriyor. Aşı karşıtlarının sebep olduğu sıkıntıları bu açıdan değerlendirirsek, bu soruna çözüm üretmek de belki biraz daha kolay olabilecektir. Benzer bir şekilde son zamanlarda gerek mültecilere yönelik, gerekse memleketi saran yangın felaketine dair sosyal medya paylaşımların yoğunluğu da benzer sıkıntıların kaynağı olarak düşünülebilir.