Çin’den Avrupa’ya; hatta ABD’ye gün geçmiyor ki kapanan ya da iflas eden şirket haberleri gelmemiş olsun… Piyasalar yükselen enerji maliyetlerinin, dünya enflasyonunun, indirilemeyen faizlerin, artan lojistik maliyetlerinin etkisi altında. Her birisi için pek çok neden söylenebilir elbette. Ama bir gerçek var ki “Piyasalar gerilimi sevmez.” Zaten ortamları germek için yeterince sebep var.
Bırakın silahlı çatışmayı; sert sözleri, hatta imaları bile derhal fiyatlar.. Son hafta dünyanın farklı bölgelerinde gerçekleşen askeri tatbikatlar, zaten bir türlü soğutulamayan suların sıcak kalmasına sebep olmaktadır. Geçen hafta NATO’nun Polonya’da gerçekleştirdiği tatbikat, ABD’nin Güney Kore ve Tayvan ile olan tatbikatının sonrasında; Rusya’nın, Çin ve İran ile birlikte, Umman Denizi’nde yaptığı birbirlerine karşılık niteliğindeki tatbikatlar dünyanın yeniden güvenlikçi politikalara dönmesine sebep olmaktadır.
Türkiye, uzun yıllar bütçesinin beşte birini güvenlik için ayırmakta idi. Bu rakamın %10’un altına düşmesi, başka alanlar için daha fazla kaynak oluşturulmasına imkan vermişti. Ancak son gelimeler güvenlikçi politikaları öne çıkarmaya ve kaynak tahsisinden daha fazla pay almaya yönelen bir durumu göstermektedir. Bütçede aslan payının savunmaya aktarılması, bazı alanların bütçelerinin kısıtlanması sonucunu doğurmaktadır.
Kaynakların yeniden askeri harcamalara aktarılması, petrol fiyatlarının yükselişi ve Kızıldeniz üzerinden gelen gemilerin, Yemen’deki Husiler’in müdahaleleri sonucu yeni rotalar araması ve kullanması tek başına maliyet unsurudur. Bu maliyetler, ABD enflasyonu kadar dünya enflasyonu üzerinde de etkili olmaya devam edecektir. Bu enflasyonun ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile alakası yoktur. Bütün ülkeler kendi yapılarına göre durumdan etkilenecektir.
ABD Merkez Bankası (FED) faizleri sabit tuttu. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) 500 baz puan arttırdığı faizlerle piyasalar üzerinde seçim öncesi bir şok etkisi oluşturdu. Japonya Merkez Bankası (BoJ) ise negatif faizden pozitif faize geçerken dahi beklediği etkiyi oluşturamamış görünmektedir. Beklentiler dışında tek hareket TCMB faizlerinde görülmüştür. Yükselmeye devam eden dolar kurunun bunda etkisi açıktır. Zaten doğru belirlenmeyen bir ku, btün fiyatların yanlış hesaplanıp uygulanmasına sebeptir. tekrar faizi konuşmaya başladığımız bu dönemde tekrardan söylenmesi gereken konu şudur: Faiz tek başına bir araç olmaktan çıkarılmalıdır.
Türkiye de yıllardır enflasyonun olumsuz etkilerinden zarar görmüş bir ülkedir. Halk hâlâ daha istediği hayat standardının gerisindedir. Harcamaya alıştırılmış bir tüketim toplumu olduğumuz şu dönemde parasal sıkılaştırma, talebin baskılanması için yapılan faaliyetlerin de enflasyonist etkisinden söz edilebilir. Haliyle bir yanda kredi kolaylıkları, öte yanda taksitlendirmeler ve nakit avanslarla daha fazla harcama yapmaya alıştırılan halk için, bu alışkanlıktan vazgeçmek de kolay olmayacaktır. Ancak talebi de artıran bu uygulamalar, enflasyonist dönemlerde uygulanan politikaları da etkisizleştirebilmektedir.
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, enflasyonist yeni vergiler olmayacağını belirterek, kurumlar vergisi ile gelir vergisinde artış olmayacağını ifade etmesi önemlidir. Kredi kaynakları tüketime değil, üretime yönlendirecektir. Piyasalarda yayılan dedikodu ve olumsuz haberlerin TL’ye ilişkin, seçim öncesi güvensizlik oluşturmak amaçlı olduğunu dile getirmesi de kur ve TL’nin spekülatif dalgalanmalardan etkilendiğini göstermektedir. Bu haberler düzenli olarak yalanlanmaktadır.
Merkez bankası, sıkılaştırma adına kredi kartı ve kredili mevduat hesap faizlerini değiştirmiştir. Bu yapılan müdahaleler, nakit çekim ve kredi faiz oranlarının, ihtiyaç kredisi faiz oranıyla uyumlu hale gelmesini sağlamıştır. Ekonomi yönetimi de bu süreci planları doğrultusunda yönetmek istemektedir. Aksi takdirde vatandaş, seçmen olarak katılacağı 10 gün sonraki yerel seçimlerde, politikacı ve uygulamacıların karnesine “kırık not” verecektir.