Bu Faiz Artışı Yeter mi?

Türkiye 2021 sonundan itibaren yüksek ihracat, yüksek cari fazla ve üretim ve istihdama dayalı bir ekonomi modeli benimsemişti. Kurdaki kontrollü artış ihracatın ivmesini hızlandırdı… O dönem için 4 ay kadar 10 milyar dolar seviyesindeki cari fazla; 2022’deki Rusya-Ukrayna çatışmasına, 140 dolara kadar tırmanan petrol fiyatlarına ve gıda enflasyonuna yenik düştü.

Bütün dünya için, özellikle gelişmiş ekonomilerde 50 yıldır görülmeyen enflasyon, yeniden bu dönemde ortaya çıktı. AB ve ABD %10’a yaklaşan bir enflasyon gördü ve yaşadı. Parasal sıkılaştırma sonucunda şimdilerde %5 politika faizi ile enflasyonun önü alınmak istenmektedir.

Üretimin yavaşlaması işsizlik sorunlarını yaşatabilirdi. Bu durum toplumsal sorunları da tetikleyebilirdi. 2023 ve 2024 seçimleri Türkiye ekonomisi için genişletici politikaların önünü açtı. Ekonomi yönetimi de seçim sürecinde, parasal sıkılaştırma yerine, genişlemeci politikaları benimsedi.

Ayrıca 2023 yılı başında Türkiye’nin güneyinde, 12 ili etkileyen ve binlerce cana, milyarlarca dolarlık zarara yol açan deprem ülkedeki pek çok dengeyi de alt üst etmeye yetti.  Bu durum düşük faizle fonlamaların da önünü açtı. Böylelikle Türkiye, düşük faiz politikası ile firmaları destekleme fırsatı buldu. KOBİ’ler de bu imkanları kullandı. Ancak para kıtlığı, dövizin yukarı yönü hareketlenmesinde etkili oldu. İlk başta 650 baz puanlık faiz artışı bir tavır olarak önemli bulunsa da şimdilik yeterli olmayabilir.

Elbette %50 enflasyonun konuşulduğu bir dönemde %15 politika faizi yetersiz kalacaktı. Bunu 750 ve 250 baz puanlık artırımlar izledi. Son artış da piyasa beklentileri doğrultusunda 500 bps oldu. Şimdilerde enflasyonda bir miktar gevşeme görünse de olayı, salt faiz artışı üzerinden çözmeye çalışmak, faiz artırımı ile sıcak para ve dolayısıyla yatırım çekebilme ihtimali, şimdilik kolay görünmemektedir. Maliye Politikası araçları, imaj ve itibar yönetimi Türkiye için faiz artışı kadar kıymetlidir. Zaten faiz artışı olmayan dönemlerde, yüksek risk primleri ile faiz maliyeti başka şekilde yükseltilmektedir.

Ekonomi, ekonomi dışı gerekçelerle dengelenmeye çalışırken yük, sabit ve dar gelirli vatandaş üzerinde kalmaya devam etmektedir.

Yeniden %40 faizin politika faizi olarak benimsenmesinin konuşulduğu bu günlerde, belki taaa en başta Eğer MB faizi yüzde 40 olarak yapsaydı, duruma ilişkin bir kaç öngörü sunabiliriz:

  1. Yabancı yatırım sermayesi sıcak para olarak girerdi, döviz arzı artardı ve kur artışı olmazdı. TL’den kaçış dururdu ve döviz bolluğu,talebi düşürür ve beklenen döviz girişi kurun düşmesine de sebep olabilirdi…
  2. Bu durum daha fazla ithalat, daha fazla dış ticaret açığı ve cari açığa neden olurdu. Cari açık finansmanı derken, bildik eski meseleler yeniden tekrar ederdi.
  3. O yüzden tek başına faiz artışı, para ve fiyat istikrarı bakımından yeterli olmayacaktır.

Dolar tutan yanacak derken, şimdi kurun artması yüzünden elinde dolar tutan kazandı.  Ve bir kere daha ekonomi politikası yöneticilerinin dövizden uzak durun mesajı gerçek dışı kalmış oldu. Böyle olmamalıydı… Ekonomi politikası güven tutarlılık üzerine kurulur. elbette  öngörülebilirlik olmadan olmaz!.. Hep doların kazanması milli paradan kopuş ve para ikamesinin de önünü açar.

Şu andan itibaren ekonomi iletişimi ihmal edilmemelidir. Arap ülkelerinin Türkiye’ de doları var. Birçok yerlinin de yurt dışında yüksek meblağlarda doları var. Yeni bir sıkıntıya mahal vermeden ekonomi yönetimi güven sağlayıcı önlemlerle, iletişimini güçlendirmelidir. Para, serçe gibi; ilk çıtırtıyla ürperip, kanatlanıp gidebilir…

İbrahim Attila ACAR