Resmin özgür fırçası: Fikret Mualla

Resim alanında uluslararası düzeyde yapıtlar ortaya koymuş olan Fikret Mualla’yı (1903-20 Temmuz 1967) 54. ölüm yıldönümünde anıyoruz. Kadıköy’de Moda semtinde doğan Fikret Mualla, Galatasaray Lisesi’nde öğrenim görmüştür. Fikret Mualla’nın hayatında annesi çok önemli bir yer tutmaktadır. 12 yaşında ayağının kırılması ve İspanyol Gribine yakalanan annesinin ölümü, Fikret Mualla’yı hayatı boyunca yaralı ve yalnız bir kişiliğe sahip olmasına neden olmuştur. Mühendislik eğitimi için İsviçre’ye giden Fikret Mualla, burada esas ilgisini çeken alanın resim olduğunu fark etmiştir. Fikret Mualla ve resim arasındaki ilişkiyi, Bedri Rahmi Eyüpoğlu şöyle ifade etmektedir: “Bir ressam tasarlayın ki aklına estiği zaman resim yapmaktan başka hiçbir şeyden sorumlu değil.” Resim eğitimi almak için Almanya’ya gelen Fikret Mualla, Münih Güzel Sanatlar Akademisi ile Berlin Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim, afiş ve desinatörlük eğitimleri almıştır. Fikret Mualla, yaralı ve yalnız kişiliğini resim yapmaya yoğunlaşarak geliştirmeye ve olgunlaştırmaya çalışmıştır. Fikret Mualla, İtalya ve Fransa’daki sanat merkezlerini gezmesi, Fikret Mualla’nın resim ve sanat anlayışının derinleşmesine katkıda bulunmuştur.

Kendisini hiçbir resim akımıyla sınırlamayan Fikret Mualla, hiçbir zaman büyük bir ressamın takipçisi olarak kendisini görmemiştir. “Mutlaka figüratif veya mutlaka abstre resim yapacağım diye bir iddiam yok. Hepsini yapıyorum. Diğer ressamlarla, ekollerle alakalı değilim. Ben bütün bu cereyanların dışında olmaya çalıyorum” diyen Fikret Mualla, varoluşunu özgürce resimle gerçekleştirmeyi başarmıştır.

Fikret Mualla, özgürce resim yapan biriydi. İç dünyasından gelen sese göre kendisine özgü resimler ortaya koyması, Fikret Mualla’nın özgür ve özgün bir ressam olmasını sağlamıştır. Özgürlüğe tutku düzeyinde düşkün olan Fikret Mualla, resmi ve sanatı varoluşunu gerçekleştireceği bir özgürlük faaliyeti olarak görüyordu. Fikret Mualla, resimle kurduğu varoluşsal ve ruhsal ilişkiyi şöyle ifade etmektedir: “Ben hürriyetimi çok severim. Bunu naçiz sükûtumda (susmamda) bulurum. Resim yaparken, ibadet eder gibi sükûneti beynimin tepesinde, saçlarımın dibinde hissedemezsem, o zaman bilirim ki bir yanlış bir işle meşgulüm veya işgal edilmişimdir.” Özgürlük, Fikret Mualla’nın en çok ihtiyaç duyduğu ve aradığı şeydir. Fikret Mualla, günün her vakti bulunduğu her yerde özgün resimler yapabilen bir sanatçıydı. Abidin Dino, Fikret Mualla’nın dinamik ve mobil resim tecrübesini çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir: “Fikret Mualla seyyar bir yaşam sürüyordu. Ne bir sehpası ne de bir atölyesi vardı. Resim kılıfı, hem sehpa hem de atölye yerine geçiyordu. Özellikle iri yaptırdığı palto ceplerinden kalemler, fırçalar ve boyalar çıkar, ister kahvede, ister kırda ya da bir otel odasında olsun, işe koyulunca dalar giderdi.”

Fikret Mualla özgün bir ressam olduğu gibi edebi bir kişiliğe de sahiptir. Fikret Mualla, kendisi ve Schiller arasında kişilik açısından benzerlikler görüyordu. Fikret Mualla’nın yazdığı Şiller (Schiller 1759-1805, Hayatı ve Eserleri) isimli kitap 1932 yılında yayınlanmıştır. Özgürlüğe ve özgünlüğe tutku düzeyinde bağlı olmak, Fikret Mualla ve Schiller arasındaki ortak noktadır. Fikret Mualla, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun Yeni Adam Dergisi’nde çıkan yazılarıyla Nazım Hikmet’in Varan 3 isimli şiir kitabıyla ve Benerci Kendini Nasıl Öldürdü? isimli oyununu resimlemiştir.

Fikret Mualla’nın hayatında İstanbul ve Paris çok önemli bir yer tutmaktadır. Fikret Mualla, İstanbul’da camileri, türbeleri, surları gezmiş ve resimler yapmıştır. Cağaloğlu, Sirkeci, Beyoğlu ve Galata en çok sevdiği yerlerdir. Fikret Mualla, Ayasofya’nın çok güzel resimlerini yapmıştır. Abidin Dino ve Ara Güler, Fikret Mualla’yla “asma yapraklarından gölgeliği olan bir kahvede buluşup hep birlikte Ayasofya’yı dinlediklerinden” bahsetmektedirler. 1939 yılında New York Dünya Sergisine İstanbul konulu 30 resimle katılmıştır. 1938 yılında Paris’e giden Fikret Mualla, hayatının geri kalanını burada geçirmiştir. Fikret Mualla, Paris’te yapmış olduğu resimlerle büyük bir şöhrete kavuşmuştur. Paris’te Fikret Mualla, Picasso ile tanışmış, Picasso onun bir tablosunu satın almış ve ona bir tablosunu da hediye etmiştir. Sıradan insanların bir araya geldiği mekanlar olan kahve, bar, sokak gibi yerleri ve buralardaki yaşantıyı Fikret Mualla, olağanüstü şekilde resimlerine dökmüştür.

Fikret Mualla, mutsuz, agresif, ölçüsüz ve bohem bir hayat yaşamıştır. Gerçek hayatının aksine Fikret Mualla’nın resimleri, mutlu, neşeli ve coşkulu hayat tabloları sunmaktadır. Fikret Mualla’nın resimlerinde güçlü, zengin, çeşitli, ritimli ve parlak renkler bulunmaktadır. Resimlerindeki renk ritmi, derinliği ve cümbüşü olağanüstü düzeyde büyüleyicidir. İspanyol sanat eleştirmeni Fernando Landazuri, Fikret Muallâ’nın tablolarındaki renkler hakkında şöyle demektedir: “Çok renkli resimlerindeki renklerin göz alıcı zenginliği, hoş bir ölçü içerisindedir.” Fikret Mualla, renklerle dans eden bir ressamdır.

Fikret Mualla’nın ifadesiyle “Memlekette sanatı ve sanatkârı korumak bir problemdir.” Fikret Mualla gibi büyük bir ressam ve sanatkarı koruyamadığımız için o, Fransa’da yokluk ve sefalet içinde hayatını kaybetmiştir. Ölümünden sonra yaptığı resimler, büyük paralar ödenerek koleksiyonlara konmuştur.

1974 yılında kemikleri Fransa’dan getirtilerek Karaca Ahmet Mezarlığına defnedilmiştir. 1934 yılında Saygı soyadını aldığında “belki bu sayede bana da saygı gösterirler” diyerek saygı görme ihtiyacını ifade etmiştir. Büyük sanatçı ve ressamımızı ölümünün 54. yıldönümünde saygı ve sevgiyle anıyorum.

Prof. Dr. Bilal SAMBUR