Bir gün çölde yürüyen bir yolcu, yolun ortasında boynu bükük oturan bir kadın görmüş ve kim olduğunu sormuş.
“Benim adım Hakikat’tır” diye cevap vermiş kadın.
“Peki, neden şehri terk edip bu ıssız yerde yaşamaya karar verdin?” diye tekrar sormuş adam.
“Eskiden Yalan’a pek rastlanmazdı bizim oralarda, oysa şimdi nereye gitsen ona rastlıyorsun. Bu yüzden Hakikat’e yer kalmadı,” diye cevap vermiş mahzun kadın.
Yukarıdaki kısa öykü M.Ö. 4. yüzyılda yaşadığı düşünülen Ezop’a ait. Masallarında genellikle hayvanlar başta olmak üzere varlıkları dile getirerek iyilik, doğruluk ve ahlak gibi erdemlerin önemine değinen Ezop (Aisopos), Anadolu’da yaşadığı düşünülen bir yazar olmakla birlikte, ülkemizde onu genellikle La Fontaine tarafından adapte edilen “Karınca ve Ağustos Böceği” gibi eserleriyle tanırız.
Yukarıda değindiğim eserini ilk kez gördüğümde aklıma günümüzde sıklıkla eleştirdiğimiz sosyal medyada yaşanılan dezenformasyon sorunu gelmişti. Geçmişten beri var olan bu sorunu, günümüzün ışık hızında her türlü enformasyonun yayıldığı dünyasında toplumlar sosyal medya okuryazarlığı bilincine erişmeden tamamen çözebilmek mümkün görülmüyor.
Hakikat yolcularının sosyal medya trolleri tarafından linç edildiği dünyamızda, Ezop’un ölümünün de hakikati paylaşmaktan dolayı olduğunu biliyor muydunuz?
Rivayete göre, günün birinde Delphoi Tapınağı’nı ziyaret eden Ezop, oradaki rahipleri para karşılığında uydurma kehanetler satarak sahtekârlık yapmakla suçlamış ve anlattığı bir masalla onların ışık tanrısı Apollon’a hizmet etmeye layık olmadıklarını söyleyerek onlarla alay etmiş.
Ezop tarafından aşağılanmak zorlarına giden rahipler ondan intikam almak için ona iftira atarak, eşyalarının arasına tapınağın kutsal emanetlerinden birini saklayıp onu hırsızlıkla suçlamışlar. Ezop’un savunmasını bile masal anlatarak yaptığı söylenir. Ölüme mahkûm edilen Ezop, Parnassos Dağı’nın Lambia Tepesi’ne sürüklenerek götürülmüş ve oradan aşağı atılarak infaz edilmiş.
Ardından pişman olan rahipler kendilerini affettirmek için onun anısına bir heykel dikip kan bedeli ödemeye karar vermişler. O günden sonra haksız ölüm cezalarını tanımlamak için “Aisopos Kanı” terimi literatüre girmiş.
Yazıyı Ezop’un kendisini savunmak için anlattığı “Yolcular ve Çalı” masalı ile noktalayalım:
“Deniz kenarında vapur bekleyen iki yolcu kıyıya yaklaşmakta olan koca bir çalı demetini görünce uzaktan onu gemi sanmışlar ve binmek için beklemeye başlamışlar. Çalı rüzgârla sürüklenip yaklaştıkça onun gemi olmasa bile bir tekne olabileceğini düşünmüşler. Sonunda dalgalarla karaya vuran çalıların gemi olmadığını fark edince sinirlenen yolculardan birisi “Boşuna var olmayan bir şey beklemişiz,” diye yakınmış.”