Bir kuşağı anlama kılavuzu

Uzunca bir süredir dijital kültüre yönelik eleştiren kaleme alsam da, genç kuşaklara bakışımın “Onların bizden farklı olması kadar doğal bir şey olamaz” temelinde şekillendiğini söyleyebilirim. Öyle ki, öğrencilerimin mezuniyetlerinde “ChatGPT sağ olsun!” pankartı taşıma fikrine bile gülümseyerek yaklaştım. Tarih boyunca kuşak çatışmaları hep vardı, ancak bugünkü teknolojik, ekonomik ve sosyal dönüşümün hızı, gençlerin bize benzemesini beklemeyi anlamsız kılıyor.

Ancak bu durum, teknolojiyi ‘araç’ olmaktan çıkarıp ‘amaç’ haline getiren bir sistemin yarattığı sorunları görmezden gelmemizi gerektirmiyor. Araştırmalar, özellikle genç nesilde mutsuzluk, amaçsızlık, narsisizm ve depresyon-anksiyete gibi psikiyatrik tanıların arttığını gösteriyor.

Daha da çarpıcı olanı, refah düzeyi yüksek ülkelerde genç mutsuzluğunun daha belirgin olması. İstatistikler, nesiller arası mutluluğun formülü olarak bilinen ‘ikigai’ felsefesiyle tanınan Japonya’dan, sosyal refah modelleri ile örnek gösterilen İskandinav ülkelerine kadar pek çok gelişmiş ülkede, dijital çağda mutluluk ve mutsuzluk arasındaki ince çizginin pek de iç açıcı bir durumda olmadığını açıkça gösteriyor.

Bu gelişmeler, aslında sorunu salt gençlere yüklemek yerine, toplumsal bir muhasebeye ihtiyacımız olduğunu vurguluyor. Nihayetinde, gençlerin ‘tembel’ veya ‘narsist’ olarak damgalanması bizlere sorunları sümen altı etmekten başka bir fayda sağlamaz. Asıl meselenin, onlara anlamlı bir hayat inşa edebilecekleri bir dünya sunmak olduğunu görmek gerekiyor.

Ruh sağlığı ve mutluluk, bireysel tercihlerden çok toplumsal dinamiklerle şekillenir. Gençlerin yaşadığı buhran, teknolojik konforun hayatımıza kattığı hızla baş edemeyen eğitim sistemleri, iş hayatının belirsizliği ve sosyal ilişkilerin dijitalleşmesi gibi faktörlerle derinleşiyor. O yüzden de çözüm, psikolojik destekten öte, eğitim politikalarından şehir planlamasına kadar geniş perspektifte ele alınması gereken disiplinler arası bir yaklaşım gerektiriyor.

Sorunu yalnızca teknolojik gelişmelere bağlamak da gerçekçi görünmüyor. Zira dijital araçlar, artık vazgeçilmez birer konfor alanı konumuna gelmiş durumda. Ancak bu araçların bizi tüketen değil, güçlendiren bir role evrilmesi için toplumsal bir tasarıma ihtiyacımız var. Örneğin, sosyal medyanın bağımlılık yaratan bir platform olmaktan çıkıp yaratıcılığı besleyen bir ortama dönüşmesi nasıl sağlanabilir? Veya yapay zekânın işsizlik değil, yeni istihdam alanları yaratması için neler yapılmalı? Benzeri çok sayıda sorunun ciddi anlamda üzerinde durmamızı gerektiriyor.

Önümüzdeki yazılarda, bu soruların yanıtlarını aramaya çalışacağız.

Prof. Dr. Mustafa Zihni TUNCA