Anındalık Kültürünün Dayanılmaz Hafifliği

2000’li yıllarda doğan jenerasyonlar çok farkında olmasa da, dijital çağın Sanayi Devrimi, hatta Rönesans dönemi kadar ciddi kültürel değişimlerin yaşandığı bir dönem olarak tarih kitaplarına gireceğini söyleyebiliriz. O yüzden de, analog bir dünyadan dijital bir evrene geçiş yapma konusunda tercih şansı olmayan (yenilerin tabiriyle ‘dijital göçmen’) bir neslin gözünden, dijital kültüre yönelik eleştirilerimize bu hafta ‘Anındalık Kültürü’ kavramı üzerinden devam edeceğiz.

Eski zamanlarda sevdiklerimizden haber almak için postacının getireceği mektubu beklerdik. Ülkedeki gelişmeleri takip etmek için akşam haberlerini, haberlerin detaylarını öğrenmek için ise sabah alacağımız gazeteyi beklerdik. Bilgiye erişebilmek için kütüphanede ödünç kitap sırası beklerdik. Belki ömrümüz pek çok şeyi beklemekle geçti, ancak sabretmeyi öğrendik. Sabretmenin erdemine ilişkin atasözleriyle büyüdüğümüz için sabır bizim için bir imtihan değil kültürel bir bileşendi.

Bu örneklerin geçmişe özlem olarak değerlendirilmesini istemem, ancak anındalık kültürünü anlatabilmek için bu örnekleri hatırlatmak gerekiyordu. Çünkü, yazının başında da belirttiğim üzere günümüzde bilgiye erişim, iletişim, tüketim, eğitim ve hatta duygusallık bağlamında hızın ve anlık tatminin hüküm sürdüğü bir çağın başlangıcına tanıklık ediyoruz.

Akıllı telefonlar ve sosyal medya gibi teknolojik gelişmelerin tetiklediği anındalık kültürü, hız, verimlilik, kolaylık, küresel erişim ve etkileşim vaat ediyor. Ancak bu kazanımların elbette bir de acı faturası olacaktı.  Dijital çağda bireylerin ‘anında tatmin’ arayışının – özellikle de dijital çağda doğan genç (yine kendilerinin tabiriyle ‘dijital yerli’)  nesil için – sabır erozyonu, parçalanmış ilişkiler ve eleştirel düşüncenin zayıflaması gibi derin sonuçlar doğurduğuna şahit olduk.

Anındalık kültürü, hayatın tüm alanlarında anında sonuç, yanıt ve ödül beklentisinin norm haline gelmesini ifade ediyor. Dijital teknolojilerle beslenen bu kültür, hızı derin düşüncenin önüne koyarken, kolaylığı emeğe tercih ediyor ve yüzeyselliği derinliğin üzerinde tutuyor.

Amazon’un aynı gün teslimatlarından TikTok’un 15 saniyelik videolarına kadar, anındalık kültürünün bireylerin bilgi tüketme, ilişki kurma ve başarıyı ölçme biçimini yeniden şekillendirmesi açısından ciddi eleştirilere maruz kaldığını söyleyebiliriz. Bu kültür, sosyal medya laykları gibi dopamin odaklı geri bildirim döngüleri ve beklemenin verimsizlik olarak damgalandığı bir zaman algısı üzerine kurulu olması sebebiyle yüzeyselliği bir kazanım olarak sunuyor.

Anındalık kültürüne yönelik eleştiriler, özellikle kaçınılmaz gecikmelerle baş edemeyen bir nesil yaratılmış olması üzerine odaklanıyor. Anındalığın, derin düşünce ve eleştirel muhakeme yeteneğini körelterek bilişsel gerilemeye; başarısızlık ve engellerle baş etme becerisini zayıflatarak duygusal kırılganlığa, bencillik ve bireyselliği ön plana çıkararak etik erozyona sebep olduğu konusunda da ciddi eleştiriler söz konusu. Örneğin, günümüz filozoflarında Byung-Chul Han, “dijital çağın tükenmişlik toplumu yarattığı” konusunda uyarıda bulunurken, hızlı erişim dürtüsünün, sabırla hedefe ulaşma çabalarının yerini aldığına işaret ediyor.

Eleştirilere detaylı olarak baktığımızda ise, anındalık kültürünün genç nesilleri risk altına alan bir tuzağa dönüşmeye başladığını görüyoruz. Örneğin, bu kültürün sabır ve direnç erozyonuna sebep olduğunu ifade eden çalışmalar, anında sonuç beklentisinin azim ve sabır gibi geleneksel erdemleri aşındırdığı, Z kuşağı olarak adlandırılan neslin gecikmelere karşı tahammülünün azaldığını gösteriyor.

Önceki yazılarda da belirttiğimiz bir diğer eleştiri ise odaklanma sorunu olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle sosyal ağlar tarafından son yıllarda yaygın olarak kullanılan kısa içerik odaklı algoritmaların insan beyninin sürekli kısa, yeni ve farklı olan içeriğe yönelik arayışa odakladığı biliniyor. Hâl böyle olunca, hafızanın yanı sıra derin düşünme, eleştirel analiz ve yaratıcı zekânın da zayıflamaya başladığı ifade ediliyor.

Bir diğer eleştiri ise ruh sağlığı ve onay arayışı üzerine odaklanıyor. Sosyal ağların anlık geri bildirim döngüleri, ‘öz-değer’i beğeni ve paylaşımlara bağlarken, kaygı ve depresyonu tetiklediğine dair bulgular mevcut. Aynı zamanda, sürekli bağlı kalma baskısının ‘dijital yorgunluk’ ve tükenmişliğe yol açtığı da bulgular arasında yer alıyor.

Araştırmacılar tarafından rapor edilen diğer bazı bulgulara baktığımızda, her ne kadar dijitalleşme sayesinde mesafeler kısalsa da, ilişkilerin yüzeysel bir hâl aldığı ve derinliğini kaybettiğini görüyoruz. ‘Ghosting’ (herhangi bir sebep olmaksızın bir kişiyle iletişimi bir anda beklenmedik bir şekilde sona erdirme), emoji odaklı sohbetler ve Tinder gibi algoritmik flört uygulamaları ile ilişkilerin yüzeysel bir hâl aldığını görüyoruz. Genç yetişkinlerin, çok sayıda çevrimiçi takipçiye sahip olmalarına rağmen kendilerini yalnız ve depresif hissetmesini de buraya ekleyebiliriz.

Tek tıkla alışveriş ve influencer kültürü, dürtüsel harcamaları körüklerken, tüketim çılgınlığı ve finansal pervasızlıkla sonuçlanıyor. Bu durumun ise mutluluğu mülkiyetle eşitleyen materyalist bir zihniyetin sonucu olduğu ifade ediliyor.

Elbette, güncel problemlerimizden olan ‘yapay zekâ bağımlılığı’ ve buna bağlı yüzeysel öğrenme problemini de bu listeye eklememiz gerekiyor. Öğrenciler, ödevleri için ChatGPT ve Gemini gibi uygulamalara artan şekilde başvururken, derin öğrenme için çabalama ihtiyacı duymuyor. Bu ‘kopyala-yapıştır’ zihniyeti öğrenmeyi değil, öğrencilik görevlerini yerine getirmeyi kolaylaştırırken, muhakeme ve problem çözme becerilerini köreltiyor, entelektüel merakı ise zayıflatıyor. Bunun sonucunda gelişen ‘dezenformasyon’ gibi sorunlar da cabası!

Anındalık kültürüne yönelik ekleyebileceğimiz en son eleştiri de, bu hizmetlerin sunulabilmesi için gerekli olan teknolojik altyapının giderek artan oranda enerjiye ihtiyaç duyması sonucunda sürdürülebilir bir geleceğe yönelik ciddi endişelerin ortaya çıkmasıdır diyebiliriz.

Prof. Dr. Mustafa Zihni TUNCA