Geçtiğimiz hafta dijital kültürün beraberinde getirdiği konforun yanı sıra ciddi sakıncalarının da olduğunu bir kez daha özetledikten sonra, takip eden haftalarda özellikle endişe verici düzeyde tehdit oluşturan unsurlar üzerinde durmaya devam edeceğimizi ifade etmiştim.
Takip eden günlerde, sevgili bir meslektaşımın Instagram’daki takipçilerine yönelik gözlem ve eleştirilerine ilişkin bir paylaşımı şu cümle ile bitiyordu:
“@proftunca hocam, düşünmeye zaman ayırmak ve sosyal medya üzerine bir yazı mı yazsan….”
Dilimiz döndüğünce yazmaya çalışalım o zaman…
Sosyal medya ve düşünme (özellikle de eleştirel düşünme) arasındaki ilişki, psikoloji, sosyoloji ve iletişim araştırmalarında yaygın olarak incelenen bir konu olarak karşımıza çıkıyor. Genel olarak baktığımızda, sosyal medyanın bireylerin düşünme ihtiyacını ortadan kaldırmadığını, ancak özellikle bilgiyi edinme, paylaşma ve karar verme süreçlerini etkilediğini söyleyebiliriz. Özellikle de son çeyrek yüzyılda sosyal medyanın iletişim ve bilgi paylaşımını kolaylaştırırken, bilişsel süreçleri etkileyebilen ciddi sıkıntılara sebep olabildiğine şahit olduk.
Yoğun sosyal medya kullanımı, kısa, sansasyonel veya duygusallık yüklü içeriklerin sürekli akışı nedeniyle sığ bilgi işlemeyi teşvik ederken, bu durum derin düşünmeyi engelleyebiliyor. Hakeza, sosyal ağların kullandığı yapay zekâ tabanlı algoritmalar, kullanıcıları mevcut inançlarıyla uyumlu bilgilere maruz bırakarak ‘yankı odaları’ oluşturma eğiliminde olduğu için bireylerin farklı bakış açılarını eleştirel olarak değerlendirme ihtiyacı azalıyor. Kişisel olarak en endişe verici olarak bulduğum bulgular ise, sosyal medyada hızlı bir şekilde bilgi edinme alışkanlığının, uzun süreli hafıza kullanımı ve bilgileri hatırlama yeteneğini azaltabileceğini gösteren araştırmalara ait.
Yukarıda değindiğimiz sıkıntıların önemli bir kısmının temel sebebini anlayabilmek için Türkçe’ye ‘bilişsel boşaltım’ olarak çevrilebilen ‘cognitive offloading’ kavramı üzerinde durmamız gerekiyor. Çünkü, araştırmalar, sosyal medyada bilgiye erişme kolaylığının, bireyleri derin düşünme veya problem çözme ile uğraşmak yerine, dış araçlardan yararlanarak “bilişsel boşaltma” sürecine güvenmeye teşvik ettiğini gösteriyor.
Esasen sorunu sadece sosyal medya ile sınırlandırmak pek de adil değil. Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan hızlı gelişmeler, insanların bilgiyi hatırlamak için ihtiyaç duydukları bilişsel kaynak tahsisini azaltmak amacıyla gelecekte referans alınabilecek harici kaynaklar yarattı. Diğer bir ifade ile, insanların fizyolojik olarak sahip olduğu hafıza kaynaklarının yükünün bilişsel boşaltım yolu ile yapay hafıza kaynaklarına yönlendirilmesi zamanla hepimiz tarafından benimsendi.
Hatırlayalım, çarpım tablosu ezberlemek yerine hesap makinelerine yöneldik. Doğum günlerini ve telefon numaralarını ezberlemek yerine dijital ajanda ve takvimlere yöneldik. Zihinden işlemler yapmak yerine Excel gibi yazılımlara yöneldik. Bunlar hoşumuza gidince daha fazlasını arzuladık ve Google bir anda kutsal bilgi kaynağımız haline gelirken, sosyal ağlar ise en büyük enformasyon kaynağımız oluverdi. Gördüklerimize inandık ve sevdiklerimizle paylaştık, çünkü sosyal ağlarda gördüklerimiz paylaşılması gereken ‘kesin bilgi’ydi!
Peki bilişsel boşaltım kötü bir şey midir? Bilim insanları, bu kavramın avantaj ve dezavantajları üzerinde uzunca bir süredir tartışıyor. Bu kavram, bilişsel kaynakların boşa çıkartılarak daha etkili bir şekilde yönetme ve tahsis etme yeteneğimizi geliştirme imkânı doğurması açısından önem taşıyor. Zihinsel dağınıklığı azaltması sayesinde çalışanların yüksek öncelikli görevlere odaklanabileceği ifade ediliyor. Rutin kararlar yerine karmaşık konuların daha derin bir şekilde değerlendirilmesine izin vereceğine inanılıyor. Zihinsel yorgunluğu ve stresi azaltabileceği, daha yenilikçi düşünmeyi teşvik edebileceği ve çalışanların iş yüklerini daha etkili bir şekilde yönetmelerine yardımcı olabileceğine ilişkin de değerlendirmeler mevcut.
Ancak, yapılan araştırmalar, sosyal medya temelli bilişsel boşaltımın insanların teknolojiye ve sosyal ağlarda sunulan bilgilere aşırı güvenmeleri sonucunda yardımsız bilgiyi hatırlama yeteneklerinin azalabildiğini gösteriyor. Tıpkı Platon’un 2400 yıl önce aktardığı anekdotta, Kral Thamus’un yazıyı icat eden Theuth’a veriştirdiği gibi:
“Bu buluş unutkanlık yaratacak, çünkü hafızalarını kullanmayacaklar, harici yazılı karakterlere güvenecekleri için kendi kendilerine hiçbir şeyi hatırlayamayacaklar. Keşfettiğin özellik hafızaya değil, hatırlamaya yardımcı olacaktır ve onlara gerçeği değil, sadece gerçeğin görüntüsünü veriyorsun; onlar birçok şeyi işitecekler ve hiçbir şey öğrenmemiş olacaklar; her şeyi bilen gibi görünecekler ve genellikle hiçbir şey bilmeyecekler; gerçekte var olmayan bir bilgelik gösterisine girişen sıkıcı varlıklar haline gelecekler.”
Minimum çaba ile çok sayıda kaliteli bilgiye bu kadar kolay ve hazır bir şekilde erişilebildiğimiz günümüzde, zihnimizin gerekenden fazlasını yapmaya çabalaması elbette insanlara mantıklı gelmeyecekti. Öyle ki, bırakın yeni şeyleri ezberlemeyi, ezberimizdeki pek çok şeyi unutmak artık daha mantıklı hale geldi. Nihayetinde, tüm bilgilerin kolayca erişilebileceği bir sistem oluşturmak, Antik Çağ şairleri gibi unutulmaması amacıyla onları ezberlemek ya da bir şeyi bulmak için çok sayıda fiziksel kaynağa başvurmaktan çok daha kolaydır.
İnsan beyninin ezberlemek, hatırlamak ve düşünmek gibi yorucu eylemler yerine dijital çağın kolaylıklarından yararlanmayı tercih etmesi bu açıdan düşününce çok da şaşırtıcı değildir. İnternet’ten edindiğimiz bilgilere sorgulamadan güvenmemizin ve ileride ihtiyaç duyarsak tekrar dönmek üzere unutmayı tercih etmemizin nedeni de özetle bu olabilir.
Esasen tam da ‘zurnanın zırt dediği’ yere gelmiş bulunuyoruz.
Sosyal medya dahi zihinlerimizi kolaylıkla tembelleştirebiliyorsa, yapay zekâ çağında derin düşünmeye ihtiyaç duyacak mıyız?
Biraz düşündükten sonra bu soruya herkes kendisi cevap verebilir sanırım.
Aklınıza gelen her konuda size cevap veren bir teknoloji öğrenme yetilerinizi nasıl etkileyebilir, eleştirel düşünme yetisini kaybeden bir kişi dezenformasyona maruz kaldığında ne ölçüde manipüle edilebilir, ve yeni bir bağımlılık türü ile karşı karşıya mı kalıyoruz?
Vaktiniz olursa, bu sorular üzerine de biraz düşünün bence…