Merkez Bankası Rezervleri Artınca

Evet, son zamanlarda Türkiye ekonomisi ardında yeni bir rüzgar var. Göstergeler, ihtiyatlı bir iyimserlikle, düzeliyor. CDS, kredi notu, uluslararası kuruluşların “iyi gidiyor” uyarılarıyla birlikte, Türkiye için beklentiler olumluya döndü.

Halkın enflasyonu, hayat pahalılığı Eylül ayındaki eğitim harcamalarındaki önemli yükselişle arttı. Gıda enflasyonu diplerde ama artık bundan sonra o da yükselir. Yine de baharlardan söz etmek için erken…

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) rezervleri artmaya devam ediyor.  Bu hafta 157 milyar dolar da geçildi. Banka verileri bu gelişmeyi doğruluyor. Swaplarla da olsa belirli seviyeye ulaşan rezervlerden söz edebiliriz.

Yerel seçimler geçeli altı ay oldu. 31 Mart öncesi o dönem swap hariç net rezerv eksi (-) 65,5 milyar dolar ile dip seviyeleri görmüştü. Bugün 100 küsur milyar dolarlık giriş ile yaşanan bu iyileşme için “muhteşem iş” diye söz etmek hakikaten az gelir.”

Merkez Bankasının bu süreci planladığı gibi yönettiğinden söz edilebilir. Söz dönüp dolaşıp Merkez’in yüksek faizine geldiğinde, politika faizinin yüzde 8,5’ten yüzde 50’ye yükseltilmesinin olumlu yanları olduğu gibi olumsuz etkileri de görülecektir. Ancak politika faizi için, bu denli hızlı artışın piyasalarda oluşturacağı sıkışıklık hep gözümüzün önünde. Faizlerdeki bu agresif yükselişin, parasal sıkılaştırma etkisi önemle takip edilecek bir durumdur.

Sonuçta ekonomi iş ve işlemler kadar tutum ve davranışlardır. piyasa aktörleri borçlanmadan ve yıllarca ucuz finansmanı kullanma alışkanlığından kolay vaz geçmeyecektir. Vazgeçilmeyen her dış kaynak  faiz ödemesi olarak geri dönecektir.

Kur ise seçim öncesi sert ataklarından vazgeçmiş gibi duruyor. Tüneldeki yılan gibi belirli bir alt-üst limitlerde dalgalanmasını sürdürüyor. İhracatçı ve ithalatçı bakımından bu durumun avantaj ve dezavantajları olduğu da bir gerçek. Ancak hammadde ve yarı mamulde ithal bağımlılığı yüksek olan bir ülke için kuru kendi haline bırakmak da çok makul görünmüyor. Üstelik ihracatın ithalatı karşılama kapasitesi %70’ler seviyelerine de inmişken dış ticaretin de doğru yönetilmesi gerekmektedir. Bu yüzden merkez bankasının belirlediği limitler dışında bir gelişme olduğunda, Merkez’in kura müdahalesi söz konusu olmaktadır. Düşük kur ithalatı azdırır, dış ticaret açığı artar. Aynı zamanda ihracatçı için istenmeyen durumdur.

Son dönemde artan merkez bankası rezervleri ile kurun 30 ₺ altında dahi gerçekleşmesi mümkün olabilirdi. Bu durum ithalatçıyı sevindirmekle birlikte ihracatçı için, zararına satışlara dönebilirdi. Hazine ve Maliye Bakanı’nın “…Biz piyasadan döviz almasak dolar 30 ₺’nin çok altına düşerdi…” demesinde de kurun kendi halinde bırakıldığı değil; müdahale edildiği anlaşılmaktadır.

Yüksek faiz döviz çekiyor. Döviz giriş çıkışları da kur üzerinde ani harekete sebep oluyor. Belirli kur ve faiz yatırımcı için karlı bir alışveriştir. Yatırımcı elindeki fonlarla yüksek faiz teklif eden ülkeye gelir. O ülkenin parasına geçer. Vadeli işlemini gerçekleştirir. Vade sonunda elde ettiği faizini alır, dövize döner ve ülkeden ayrılır. Kur sabit ise kazanç oldukça karlıdır. Adeta TL üzerinden döviz geliri elde etmiş gibi olur.

Bu süreç para politikası bazlı bir değerlendirmedir. Ancak iktisat politikasının diğer ucunda maliye politikası yer almaktadır. Sürecin bütçe süreci ile birlikte maliye politikası yanını ihmal etmeden bu işlemler gerçekleştirilmeli; politikalar sadece iyi niyet temennilerine bırakılmamalıdır.

İbrahim Attila ACAR