ChatGPT’ye yazarken “lütfen” ya da “teşekkürler” demenin bile maliyeti olabileceğini düşünür müydünüz? Yapay zekâ ile sohbete eklenen her ihtiyaç dışı ifadenin sunucu maliyetlerini ve enerji tüketimini artırdığını unutmamak gerekiyor. Sam Altman’ın açıklamasına göre, yapay zekâ modellerine eklenen bu basit nezaket ifadeleri, OpenAI şirketine on milyonlarca dolara mal oluyor. Peki bu nezaketi göstermenin ekonomik bedeline rağmen, neden yine de bu ifadeleri kullanmaya devam ediyoruz?
Belki de bu sorunun cevabı, teknolojik gelişmelerin ekonomik mantığın ötesinde, kültürel ve etik yansımalarına da uzanıyor. Yapay zekâya karşı nasıl davranmamız gerektiği, aslında insan olarak kendimize nasıl davranmamız gerektiği sorusunu da beraberinde getiriyor. Her ne kadar yapay zekânın duyguları veya bilinci olmasa da, ona karşı gösterdiğimiz davranış biçimleri, insanların kendi aralarındaki iletişim alışkanlıklarını şekillendiriyor olabilir.
Syracuse Üniversitesi’nden Dr. Jaime Banks, yapay zekâyla kurulan etkileşimin, insanların genel davranış normlarını güçlendirdiğini savunuyor. Banks, ChatGPT gibi yapay zekâ platformlarına nezaket gösterilmesinin, aslında toplumsal nezaket alışkanlıklarını güçlendirdiğine dikkat çekiyor. Başka bir ifadeyle, makinelere gösterilen nezaket, insan ilişkilerinde de daha zarif ve özenli davranmamızı sağlayabilir.
MIT’den Dr. Sherry Turkle ise yapay zekâyı canlı gibi görmemizi sağlayacak kadar gerçekçi bulduğunu belirtiyor ve bu durumun sosyal etkilerine vurgu yapıyor. Ona göre yapay zekâ, bilinçli bir varlık değil, ancak insanlar ona karşı yeterince canlıymış gibi davranıyor. Bu durumun özellikle çocuklarda yarattığı duygusal bağlar, sosyal normların şekillenmesinde önemli bir faktör oluşturabilir. 1990’larda popüler olan ve ‘sanal pet’ olarak da adlandırılan Tamagotchi oyuncaklarının çocuklar üzerinde bıraktığı duygusal etki, bugün yapay zekâ ile kurulan ilişkilerin temelini oluşturuyor. Bu ‘canlılık‘ duygusu, makinelerle iletişim kurarken kullanılan nezaket sözcüklerini meşrulaştırıyor.
Diğer yandan, bu nezaketin daha farklı bir boyutu da var. Yapay zekâ platformlarıyla kurduğumuz dil, onları giderek insanlaştırıyor ve bu da bizi teknolojiye daha fazla bağımlı hale getirebilir. Oyun yazarı Madeleine George, yapay zekâya nezaket gösterilmesinin, onların insan davranışlarını ve kültürünü öğrenmesini sağlayabileceğini ve bizi bu makinelere daha duyarlı hale getirebileceğini söylüyor. Ancak aynı zamanda bu nezaketin bizi yapay zekânın sunduğu cazibelere karşı daha savunmasız bırakabileceği endişesini de dile getiriyor.
Bütün bu etik ve sosyal boyutların yanı sıra, yapay zekânın bir başka önemli yönü de çevresel etkileri. ABD’de Enerji Bakanlığı güdümünde gerçekleştirilen bir araştırmanın sonuçları, yapay zekâ nedeniyle veri merkezlerinin elektrik tüketimi 2028 yılına kadar toplam tüketimin %12’sine çıkabileceğini gösteriyor. Bu durumun da enerji üretiminde daha fazla fosil yakıt kullanımına yol açacağı düşünülüyor.
Yapılan araştırmalar, büyük yapay zekâ modellerinin daha fazla enerji tükettiğini ve bu nedenle daha yüksek sera gazı emisyonlarına neden olduğunu gösteriyor. Ayrıca, farklı yapay zekâ modellerinin çevresel maliyetleri arasında önemli farklılıklar var. Örneğin, karmaşık mantık ve akıl yürütme problemlerini çözmek için daha büyük ve gelişmiş modellerin kullanılması, basit modellerden çok daha fazla enerji harcıyor. Uzun cevaplar ve ayrıntılı mantık yürütmeleri içeren yanıtlar, enerji tüketimini önemli ölçüde artırarak sera gazı salınımını da yükseltiyor. Araştırmalara göre, bu büyük modellerin çevresel yükü, daha basit modellerle karşılaştırıldığında birkaç kat artabiliyor.
Ancak bu enerjisel maliyetlerin bilincinde olmak, yapay zekâyı daha bilinçli ve sürdürülebilir kullanmak için bir fırsat da sunuyor. Bazı araştırmacılar, her durum için en büyük ve karmaşık modeli kullanmanın gerekli olmadığını ve daha basit modellerin pek çok iş için yeterli olduğunu vurguluyorlar. Bu, yapay zekâ kullanımında çevresel maliyetleri azaltmak için pratik bir çözüm olabilir.
Tüm bunların ışığında, yapay zekâ ile ilişkimizin nasıl şekilleneceği, insanın teknolojiyi etik ve çevresel duyarlılıkla dengeleyip dengeleyemeyeceğine bağlı görünüyor. Belki de robotlara teşekkür ederken, aslında kendi insanlığımızı hatırlıyor ve yeniden şekillendiriyoruz. Teknoloji ve insan arasındaki bu etkileşim, hem insani değerlerin geleceği hem de gezegenimizin sürdürülebilirliği açısından kritik bir sınav olacak.
Sonuçta, yapay zekâya nezaket göstermek ya da göstermemek, yalnızca enerji maliyetleriyle ölçülemez. Daha derin bir düzeyde, bu davranışlarımız, bizi insan yapan değerlerin ve toplumsal alışkanlıklarımızın aynasıdır. Nezaketin bedeli yüksek olsa da, belki de bu bedeli ödemeye değer. Çünkü insanlık tarihi, hep nezaketin değerini bilenlerin hikâyeleriyle doludur.