Modern Zaman Efsaneleri 13: Sam Amca’nın Sosyal Darwinizm ile İmtihanı

ABD Yüksek Mahkemesi yargıçlarından Neil Gorsuch ve Janie Nitze tarafından geçtiğimiz yaz yayınlanan “Over Ruled – The Human Toll of Too Much Law” adlı eserinde Amerikan hukuk sisteminin sıkıntılarına dair anlatılan birbirinden ilginç vakalar bulunuyor. Kitap hakkında değerlendirmelerimi daha sonra ayrı bir yazıda paylaşmak istiyorum. Ancak kitapta yer alan vakalar arasında en trajik olan ve ülkenin hukuk sisteminden destek alarak üstün ırk yaratma çabalarına kurban edilen Carrie Buck vakasını burada paylaşmak istiyorum.

Charles Darwin’in kuzeni Francis Galton, Yunanca “doğuştan iyi” anlamına gelen ‘eugenes’ kelimesinden türetilen ‘öjeni’ terimini ilk kez 1883 yılında ortaya atan isim olarak tarihe geçen çok yönlü bir bilim insanıdır. XIX. yüzyılda, neslini sürdürmeye “uygun olmadığı” düşünülen insanların kısırlaştırılması görüşüne öncülük eden öjenist görüşün babası kabul edilen Galton, biyolojik ırkçılığa dayalı ‘Sosyal Darwinizm’ kavramına yönelik fikirleri sebebiyle ciddi şekilde eleştirilmiştir.

Her ne kadar öjenizmin tarihçesi meşhur ‘Devlet’ adlı eserinde yer alan görüşleriyle Platon ve diğer bazı Antik Çağ düşünürlerine kadar gitse de, yakın geçmişte ‘Irksal Hijyen’ ya da ‘üstün ırk’ yaratmaya çalışan tek ülke Nazi Almanyası olmamıştır. Günümüzde çok fazla bilinmese de, geçtiğimiz yüzyılda öjenizm fikrini Nazi Almanyası’ndan önce hayata geçiren ülkelerin başında ABD gelmektedir.

Öjenistler, toplumu iyileştirmek için ‘bilimsel’ bir yaklaşım sergilemek gerektiğine inanıyorlardı. Kusurlu bireyler olarak tanımladıkları kişilerin sahip olduğu kötü genlerin toplumdan ayıklanması ve “iyi genlerin” gelişmesine izin verilmesi gerektiğini savunan ‘öjenik hareket’, modern bir toplumun “biyoloji, sosyoloji ve ekonominin modern ilkelerine göre planlanması ve rasyonelleştirilmesi” gerektiği fikrine dayanıyordu. Onlar açısından öjeni, “daha iyi bir dünya yaratmak için bilimi kullanmanın bir yolundan” başka bir şey değildi.

ABD’de öjenik hareket 1900’lerin ilk çeyreğinde akademik camiayı etkisi altına almıştı. 1914 ve 1928 yılları arasında üniversitelerde öjeni üzerine verilen derslerin sayısı 44’ten 376’ya çıkarken, Harvard Üniversitesi’nin önde gelen profesörleri hareketin ‘beyin takımı’ olarak hizmet ediyordu. Üniversitenin tepe yönetimi, öğretim üyeleri ve mezunları Amerikan öjenik hareketinin ön saflarında yer alarak, kurdukları araştırma merkezleri, geliştirdikleri öjenik teoriler, hazırladıklar akademik ve popüler makaleler ve öjenik hareketi destekleyecek yasalarının çıkarılması için gerçekleştirdikleri lobi faaliyetleri ile döneme damgalarını vurmuştu. Ekonomik, bürokratik ve siyasi alanlarda etki sahibi elitler de bu harekete katılırken, Theodore Roosevelt ve John D. Rockefeller gibi tanınmış isimler öjeni teorilerini açıkça destekleyenler arasında yer alıyordu.

Tüm bu lobi faaliyetleri pek çok eyalette doktorlara hastanın rızasına dayanmaksızın kısırlaştırma yetkisi veren yasaların kabul edilmesiyle sonuçlanmıştı. Yasaya izin veren Nevada ve Güney Dakota gibi bazı eyaletlerde 1907 ile 1921 yılları arasında rızasız hiçbir ameliyat yapılmamasına rağmen, aynı zaman aralığında özellikle California eyaletinde 2.558 kişi kendi rızaları olmadan kısırlaştırılmıştı.

Öjeni yasalarına karşı açılan davalar genelde başarısızlıkla sonuçlansa da, bu konuda en dikkat çeken dava New Jersey eyaletinde görülen ‘Zayıf Zihinliler, Epilepsi Hastaları, Suçlular ve Diğer Kusurluları Muayene Kurulu’ tarafından epilepsi hastası bir kadının zorla kısırlaştırılması kararına yönelik iptal davasıydı. Bu davaya bakan mahkeme üyeleri tarafından, etik olmadığı ifade edilerek kısırlaştırma kararı oybirliğiyle iptal edilince, pek çok eyalette öjeni yasalarının artık yürürlükten kaldırılacağına ilişkin beklentiler ön plana çıkmaya başlamıştı.

Bu karar karşısında yeniden lobi faaliyetlerine başlayan öjenistler, bilimsel açıdan haklı olduklarını kanıtlamak için daha stratejik bir yaklaşım benimseyerek eyaletler bazında mahkemelere haklılıklarını ispatlamak yerine, soruna ulusal düzeyde bir çözüm üretmek gerektiğini fark etmişti. Emsal bir kararın alınması için uygun bir vaka araştırmaya başlayan öjenistler, Virginia üst mahkemesinde görülen Carrie Buck davasını ABD Yüksek Mahkemesi’ne taşımaya karar verdiler.

Stanford Binet-Simon Zekâ Testi’ne tabi tutulduktan sonra zayıf zihinli olduğuna karar verilen Carie Buck’ın annesi ve çocuğunun da benzer sorunlar yaşadığını rapor eden heyet, böyle bir ailenin topluma getirdiği yüke işaret ederek tek çözümün öjeni uygulaması olduğunu onaylamıştı. Heyet tarafından Buck’ın kısırlaştırılmasına karar verilince, mahkeme tarafından vasi olarak atanan avukat genç kadını savunmak yerine kısırlaştırma işleminin yapılması gerektiğini savunur. Daha sonra anlaşılacağı üzere, görevlendirilen avukat daha önce birçok kısırlaştırma talebini onaylamaktan sorumlu kurulda görev yapan öjenist avukatlardan birisidir.

Virginia üst mahkemesi tarafından kabul edilen kısırlaştırma kararı, 1927’de ABD Yüksek Mahkemesi tarafından da onanır ve dönemin meşhur yargıçlarından Holmes tarafından kaleme alınan gerekçeli kısa karar metninde aşağıdaki skandal ifadeler yer almaktadır:

Eğer … toplum, açıkça uygun olmayanların türlerini sürdürmelerini engelleyebilirse, bu tüm dünya için daha iyi olacaktır… Üç kuşak embesil yeterlidir.

Öjenik harekete hayranlığını gizlemeyen Yargıç Holmes tarafından bu karardan tam 12 yıl önce 1915 yılında yayınlanan bir hukuk makalesinde şu ifadeler yer almaktadır:

Şu anda pek çok kişinin beklediği toptan toplumsal yenilenmenin … ancak yaşamı ele alarak ve bir ırk oluşturmaya çalışarak sağlanabileceğine inanıyorum. Bu benim hukuk için bir ideal olarak başlangıç noktam olacaktır.

Yüksek Mahkeme’nin rıza dışı kısırlaştırma kararını onamaması sayesinde öjenik hareket yeniden yükselişe geçer. Dört yıl içinde bu yasaları uygulayan eyalet sayısı 28’e ulaşır. Uygulama, ancak on yıllar sonra Nazi Almanyası’ndaki öjenik uygulamaların dehşetinin ortaya çıkmasıyla gözden düşmeye başlamış olsa da, özellikle yoksul kadınları ve azınlıkları kapsayan öjeni uygulamaları ile ülkede yetmiş beş yıl içinde 60 bin civarında rıza dışı kısırlaştırma işlemi gerçekleştiği tahmin ediliyor.

Uzun yıllar sonra Carrie Buck’ın akıbetini merak eden bir aktivist, onun kız kardeşi Doris’e ulaşır. Doris de 16 yaşında apandist ameliyatı adı altında kendisine bilgi verilmeden kısırlaştırılmıştır ve neden çocuk sahibi olmadığını 60 yaşından sonra öğrenebilmiştir. Araştırmacılar tarafından ilerleyen yıllarda toplanan kanıtlar, ne Carrie’nin ne de akrabalarının “zayıf zihinli” olmadığını göstermektedir. Yine araştırmacılara göre öjenizmin başarısı için kurban edilen Carrie Buck’ın tek suçu düzmece bir davada kendisini savunamayacak kadar fakir olmasıdır!

Vaka hakkında daha fazla bilgi için yukarıda bahsettiğim eserin yanı sıra Jeffrey Sutton imzalı 2020 yılında yayınlanan “Imperfect Solutions” adlı kitaba göz atabilirsiniz.

Prof. Dr. Mustafa Zihni TUNCA