Bundan tam bir yıl önce, Lev Nikolayeviç Tolstoy’un ‘Bilgelik Günlüğü’ adlı bir eseri olduğunu öğrendiğimde kitabı hemen satın almıştım. Yaklaşık bin sayfalık cüssesiyle yazarın en kalın üçüncü eseri olduğunu da o vesile ile öğrenmiş oldum.
Yaklaşık 30 yıl boyunca titizlikle üzerinde çalışarak bilgeliğin el kitabı oluşturma çabalarının bir neticesi olan bu kitapta, tıpkı saatli maarif takvimi gibi 365 güne bölünerek her güne belirli bir konuda kendi görüşleri ve o görüşleri destekleyen farklı kişilere ait alıntı ve anekdotlar yerleştirilmiş.
Kitapta sevgiden inanca, eğitimden tarıma, milliyetçilikten vejeteryanlığa, kadın haklarından savaşlara kadar aklınıza gelebilecek pek çok konuyu ele alıyor Tolstoy. Farklı konulardaki görüşlerini Ruskin, Emerson, Locke, Thoreau, Seneca ve Schopenhauer gibi isimlerden çok sayıda alıntılarla desteklerken, Konfüçyüs’ten Budha’ya, Hz. Muhammed’den Sadi’ye kadar çok sayıda isimden alıntılar yapmayı da unutmuyor.
Yazarın ‘Bilgelik Günlüğü’nde 1 Ocak tarihli ilk bilgelik nasihati ise, kitabın ana temasını oluşturan “insanların neleri ‘bilmesi’ gerektiği” üzerine odaklanıyor:
“Sahiden iyi ve gerekli olan az şey bilmek, dolaylı ve gereksiz çok şey bilmekten daha iyidir.”
Bu kelamdan da anlaşılacağı üzere, bir nevi Tolstoyculuk akımının el kitabı görevi gören bu eser, dünyada gerçek mutluluğu bulabilmek için nasıl yaşanması gerektiğini felsefe ve inanç kavramları ekseninde anlatmaya çalışıyor.
Yazarın “Bilmemekten korkma, yanlış bilmekten kork. Dünyanın bütün kötülükleri ondan gelir.” ifadesi tıpkı geçmişte Platon, Baillet ve Diderot gibi isimlerin de eleştirdiği ve günümüzde sosyal medyanın en ciddi sorunlarından olan ‘dezenformasyon’a karşı ciddi bir uyarı olarak farklı tarihli paylaşımlarda sık sık karşımıza çıkıyor.
Kitapta bilim kavramını ve bilim insanlarını eleştirmekten de çekinmeyen Tolstoy’a göre bilge olmak için ihtiyaç duyulan şey bilginin niceliği değil niteliğidir:
“Bilginin miktarı değil, niteliği önemlidir. Çok önemli şeyler bilinmeden de çok fazla şey bilinebilir.”
“Bilgi nadiren örtüşür bilgelikle. Bilim adamı birçok şey bilir, çoğu da gereksiz ve şüphelidir. Bilgeyse çok az şey bilir ama bildiklerinin hepsi ona ve insanlara gereklidir, hepsine kesin bir şekilde hâkimdir.”
Tolstoy’a göre “hayatın iyi olması için tek yol vardır”, o da “insanların iyi olması”. ‘İyi’ ise insanların hem kendileri ve ailelerinin hem de toplumların huzuru, refahı ve mutluluğu için elzemdir. O yüzden de “Bilgi araçtır, amaç değil.” diyor Tolstoy.
Bilimin ise bu amaca hizmet etmekten uzak kaldığı sürece insanoğluna faydadan çok zarar vereceğine inanıyor Tolstoy:
“Hayatın anlamı, iyilik ve kötülük konusunda çağımızın bilim insanlarından daha aklı karışık kimseler yoktur. Çağımızın biliminin, maddi dünyanın koşullarının incelenmesi alanında büyük başarılar gerçekleştirmiş olan bilimin, insanların hayatında hem lüzumsuz hem de özellikle zararlı görünmesinin sebebi budur.”
Hatta, sadece bilimin değil, sanatın dahi (“Sanat Nedir?” adlı kitabında da daha önce detaylı olarak tartıştığı üzere) dini inanca hizmet etmediği sürece hiçbir değerinin olmadığını iddia etmekten de çekinmediğini görüyoruz bu eserde.
Bununla birlikte dini kurum ve kişiler tarafından dikte edilen inanç sistemlerine körü körüne bağlanmaya karşı ciddi bir savaş açtığını da görüyoruz Tolstoy’un:
“Halk topluluklarının cahilliğinin sebeplerine dikkatle bakın, başlıca sebebin hiç de sandığımız gibi okul ve kütüphane eksikliği olmadığını, onlara telkin edilen batıl inançlar olduğunu ve bu batıl inançlardan yararlananların bütün telkin araçlarıyla bunları onlara dayattığını görürsünüz.”
O’na göre kendilerine dikte edilen Hristiyanlık öğretisi sorgulanmalıdır:
“İnanç ancak idrak aracılığıyla güvenilir ve güçlü olabilir, en iyi din kesinlikle en açık seçik olan dindir: içini gizemlerle, çelişkilerle dolduran din bana aynı zamanda inançsızlık esinler. Benim taptığım Tanrı kesinlikle karanlık bir Tanrı değildir, yararlanmamı yasakladığı bir idrakle donatmış olamaz beni; benim aklımı boyunduruk altına almasını söylemeniz yaratıcısına hakarettir. Gerçeğin temsilcisi aklımı zorbalık altına almaz kesinlikle; aydınlatır onu.”
Bu yüzden de, “Ortodoks Kilisesi’ni reddettiği ve halk arasında Hristiyanlık ve kiliseye aykırı öğretiler yaydığı” gerekçesiyle 24 Şubat 1901’de, Rus Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edilen Tolstoy’un bu eseri Hristiyan anarşizmi’nin önde gelen eserlerinden kabul ediliyor.
Eserin en önemli referans kaynaklarının başında ise İncil geliyor. Görüşlerini çoğu zaman İncil’den alıntılarla destekleyen Tolstoy, kitabına haftalık olarak eklediği okuma parçalarının önemli bir kısmını da “Hristiyanlığın neden en ideal din olduğu üzerine” şekillendirmiş.
Yazarın son dönem eserlerindeki agresif tarzı zaman zaman bu kitapta da okuyucuların dikkatinden kaçmayacaktır. “Sanat Nedir?” adlı eserinde Shakespeare ve Gogol gibi edebiyat tarihinin usta isimlerine yönelik ciddi eleştirilerden kaçınmayan Tolstoy, günlüğünün bir bölümünde oldukça değerli olduğunu iddia ettiği “12 Havari Öğretisi”nin hak ettiği değeri görmemesinden yakınırken, Nietzsche için ‘zavallı bir deli’ ifadesini kullanırken, Darwin’in teorisi ve bazı bilimsel keşifleri ise ‘hiçbir şeye lazım olmayan şeyler’ olarak eleştirebilmiştir:
“Bu eserin (12 Havari Öğretisi) halka milyonlarca kopya olarak dağıtılması, kiliselerde okunması gerekir. Böyle hiçbir şey yok ve hiç olmadı… Nietzsche ya da Verlaine gibi zavallı bir deli öldükten sonra eserleri keşfediliyor, yüz binlerce kopya basılıp dağıtılıyor. Sözde vaaz ettiğimiz İsa’nın sözleri duyuluyor ve biz onlardan olabildiğince uzak durmaya çalışıyoruz ki bizim önemli işlerle ilgilenmemize engel olmasınlar: yani yeni gezegenlerin keşfi, türlerin kökeniyle ilgili tartışmalar, radyumun özellikleri gibi hiçbir şeye lazım olmayan şeyler.”