Yüksek Enflasyon – Yüksek Faiz – Düşük Kur

Yüksek faiz oranları, yüksek enflasyonun panzehiri olarak görüldüğü son beş yıldan bu yana, piyasalarda farklı gelişmeler yaşanıyor. Politika yapıcılar yüksek enflasyon döneminde, yüksek faiz uygulayarak enflasyonu düşürmeye çalışırlar. Beklenen yüksek faizin, tüketimi azaltacağı talebi kısacağı yönündedir. Böylece fiyatların yükselmesi engellenmiş olur. Ancak yüksek faiz yatırımların ve üretimin önünde de engeldir. Finansman ihtiyacı söz konusu olduğunda da borçlanma maliyetlerini artıran yüksek faiz, maliyet enflasyonuna da sebep olabilir.

Bu yüzden enflasyonun sebebini doğru anlamak gerek. Talep ve maliyet enflasyonu olarak iki tür enflasyonu dikkatli değerlendirmek gerek:

Talep enflasyonu, talep fazlası olan dönemde, arzın da yetersiz kalması ile oluşur: para var mal yok!… Haliyle fiyatların yükselmesi normalleşir. Bu durumda, faizleri artırarak talebin düşürülmesi ve halkın tüketim yerine tasarrufa yönelmesi enflasyonun düşmesine yardımcı olabilir.

Maliyet enflasyonunda ise, üretim pahalı hale gelmiştir, asgari ücret artmıştır, faizler yükselmiştir, hammadde maliyetli hale gelmiştir, kiralar yükselmiştir. Sonuçta üretim girdisine yönelik bu artışlar, fiyatlara yansıyarak enflasyonu tetikler. Enflasyonu eğer maliyet kökenli ise faiz artışı yangına körükle gitmek demektir. Artan finansman maliyetleri enflasyonu daha da yükseltir…

O yüzden enflasyonun sebebinin doğru tanımlanması şarttır. Uzun vadede, yüksek faizler enflasyonu düşürecek gibi görülse de kısa vadede enflasyonu da yükseltebilir. Bu yüzden ekonomi yönetimi faiz oranlarını belirlerken, ekonominin genel durumu ve enflasyonun sebepleri üzerinde dikkatle durmalıdır.

Yüksek faizin beklenen bir etkisi de sıcak para girişi oluşturmasıdır. Uluslararası piyasalarda dolaşımda olan ve yüksek getiri arayışındaki fonlar için yüksek faiz cazibesini korumaktadır. Genellikle kısa vadeli ve yüksek kazanç arayışındaki bu fonlar, yüksek faiz oranlarını gördüğünde o ülkeye yönelir. Haliyle bu ülkenin döviz kuru üzerinde etkili olur.

Sıcak para sahibi yatırımcı, yüksek faizden veya kur farklarından getiri umarak, kısa süreliğine de olsa bir ülkeye ya da ülke parasına yatırım yaparlar. Yatırımcı, elindeki dövizi ülke parasına çevirir; hazine bonosundan, borsaya veya faiz getirisi için bir banka hesabına yatırabilir. Bu likit sayılabilecek ve çok kısa sürede nakite dönebilecek alanlardır. Böylece ilk anda döviz kurları düşer, milli para değerlenir. Ancak her hangi bir istikrarsızlık halinde fonlar hızla ülkeyi terk eder, döviz kurlarında ani artışlar görülebilir.

Döviz kurunun düşmesinden hiç memnun olmayan ihracatçılar ve turizmcilerin kazançlarında azalma görülür. Bu yüzden yüksek faiz ve sıcak parayı sadece tek yönlü değerlendirmemek gerekir. Sıcak para akışının karmaşık ve çift yönlü etkisi dikkate alınmalıdır.

Yine de “yüksek faiz düşük kur” politikası yabancı yatırımcıları çekmek, ülkeye sıcak para girişi sağlamak üzerine kurgulanır. Böylece düşük döviz kuru ithalatın da önünü açar. İhracatçı ve turizmci için düşük kazanç istenen bir durum değildir. Düşük faiz oranları üzerinden üretilmeye çalışılan politikalarda güçlü merkez bankası rezervleri ve güçlü ihracat ürünleri olması ve dış ticaret fazlasına sahip olmak gerekir. Merkez Bankası rezervlerindeki olumlu gelişmeler, ülkenin dış şoklara karşı dayanıklılığını ve uluslararası finans çevreleri ile piyasalarda ülkeye duyulan güveni arttıracaktır.

Merkez Bankasının seçim öncesindeki negatif rezerv seviyesinden bugün 157 milyar dolara ulaşan seviyesi, Türkiye’nin vereceği yüksek faizle ne denli yüksek döviz girişini sağlayabileceğini göstermesi açısından önemlidir. Sadece seçimin üzerinden 2 ay geçmeden  Hazine ve Maliye Bakanının açıklamasında “Merkez Bankası rezervlerinin son iki ayda net 67 milyar dolar arttığı”na yönelik açıklaması Türkiye’nin potansiyelini göstermesi açısından önemlidir. 

İbrahim Attila ACAR