Yaklaşık 85 yıldır 12-18 Aralık tarihleri arasında ülkemizde “Yerli Malı Haftası” kutlanıyor. Çocukluğumuzda Yerli Malı Haftası kapsamında öğretmenlerimiz sınıfa evden meyve getirmemizi isterdi. Bizler de aralık ayında evlerimizde bulabildiğimiz meyveleri hep beraber afiyetle yerdik. O yıllarda yaşadığımız Anadolu kentlerinde henüz tropikal meyvelerle tanışma şansımız olmadığı için niçin Yerli Malı Haftası’nı kutlamak için meyve getirdiğimizi bilemezdik…
80’lerde rahmetli Özal’ın ithalatı serbest bırakmasıyla Çikita muz ile tanışmış ve onu çok sevmiştik. Öyle ki, hatırladığım kadarıyla o dönemde Alanya-Anamur civarında yerli muz üreticileri muz ağaçlarını kesmeye bile başlamışlardı. Günümüzde ise özellikle son birkaç yıldır Antalya’dan Mersin’e kadar neredeyse tüm tarım alanları muz ve avokado bahçeleri ile dolmuş durumda. Ancak fiyatlara baktığımızda yerli muzun artık avokado gibi taneyle satılacak kadar pahalı olduğunu görüyoruz!
Covid-19 salgını başladığından beri Antalya ve ilçelerinde üretilen domates, muz vb. meyve ve sebzelerin Antalya kent merkezinde market ve pazarlardaki fiyat etiketleri nerdeyse tıpatıp aynı. Aynı derken, eskiden marketlerde pahalı fiyata satılan tarım ürünlerini pazarlarda ucuza alabilirken şu anda bu fiyat farkının yukarı yönde eşitlendiğini ifade etmek istediğimi not düşmüş olayım.
Yerli malı demişken 90’ların ortalarında sayın Çiller tarafından imzalanan Gümrük Birliği anlaşması öncesi sahip olabildiğimiz araçların Tofaş ve Renault grupları tarafından ülkemizde üretilen az sayıda model ile sınırlı olduğunu da unutmayalım. Takip eden yıllarda farklı bütçelere göre çok sayıda araç ithal edilmiş, hatta bazı üreticiler ülkemizde fabrikalar bile kurmuştu.
Şu günlerde ise heyecanla yerli aracımız TOGG’u bekliyoruz. Heyecanımızın tek sebebi kendi üretimimiz olması değil elbette, fosil yakıt alternatifi bu araçların rekabetçi fiyat avantajıyla piyasaya çıkacağı beklentisi bu heyecanı tetikleyen en önemli unsurların başında geliyor.
Yerli üretimin önemine istinaden geçtiğimiz aylarda bir bakanımız televizyon programında şu cümleleri kullanmıştı:
“Eski dönemde maalesef Türk parası çok değerliydi, 1 dolar 1.20 seviyelerindeydi. Bu ortaya ne çıkarıyordu? Olağanüstü yüksek miktarda ithalat. Yani, ne varsa kalem dahil her şeyi daha ucuza dışardan ithal eder durumdaydık. Çok şükür, 2013’ten sonraki dönemlerde yavaş yavaş Türkiye bundan uzaklaştı. İmalata, üretime, ihracata, yatırıma ve istihdama dayalı bir ekonomi yönelişine Türkiye kendisini sevk etmiş oldu.”
Ekonomistler bu konuda uzun uzadıya konuşabilir, uygulanan ekonomik modelleri destekleyici ve eleştiren çok sayıda argüman geliştirilebilir. Ben bu tartışmalara girmek istemiyorum. İthalata bağımlı kalmadan yerli üretime yönelmenin önemli olduğunu düşünmekle birlikte, ithalatı baskılayıcı politikaların ülkemizi nasıl teknoloji çöplüğüne döndürdüğünü değerlendirmek istediğim bir sonraki yazıma giriş olması açısından bu bilgileri paylaşmayı uygun gördüm.