Yüksek Faiz mi Yüksek Kur mu?

Türkiye yıllardır, “yüksek faiz – düşük kur” modeli üzerinden gitti.  Faiz için gelen kaynaklar, belki daha düşük kur seviyelerinden; üstelik elde ettiği faiz geliri ile de servetlerine servet katarak ülkeden ayrıldı. Ülke içinde yerleşiklerin bu geliri elde etmesi zengini daha zengin etti. Gelir dağılımında zenginler lehine “sünme” başladı.  Bu durum sonuçta ithalatı arttırdı, ihracatı azalttı. İhracatın azalması ülke üretiminde bir azalma anlamına gelmektedir. Üretim yoksa istihdam da yoktur, ihracat da… Ancak yıllardır devam eden büyüme rakamlarının da istihdam konusunda umut verici gelişmemesi de bir başka garabettir. Teşviklerin de etkisiyle 2017 yılı Cumhuriyet tarihinin en fazla ek istihdamın sağlandığı yıl olmuştur: 1 milyon 600 bin kişi… Diğer yıllarda ek istihdam bir milyonun altında kalmıştır.

Dolayısıyla ithalatın ucuz olması, daha fazla sanayi malının ithal edilmesine ve daha fazla nihai ürünün satın alınmasına yol açtı. Döviz bol, ithalat ucuz idi. Üretim için beklenen girişimler “ithal ürün varken değmez!..”  itirazlarına kapıldı gitti.

Bu kadar teşvik, destek ve paketler, gereksiz çabalara dönüştü. Yurt dışında daha ucuzu varken üretimle uğraşmak, boş çaba olarak görüldü. Haliyle bu durum yurt içi üretim ve istihdama engel oldu. İthalat daha ucuz idi. Bir de ithalatın önünde de engeller görünmüyordu. Dünya ticareti bütünleşme eğiliminde idi. Herkesin kazanması söz konusu bir durum olarak algılandı.

Büyüme rakamları da  “istihdam yaratmayan bir büyüme” olarak karşımıza çıkmaktadır. Büyüme rakamlarının genel eğilimi, iç tüketim üzerinden sağlanan bir büyüme olarak gerçekleşmiştir. Sonuçta herkesin yakından bildiği “düşük büyüme ve düşük istihdam” kaçınılmaz hale gelmiştir.

Daha fazla üretim yerine, daha fazla  ithalatla ihtiyaçlar karşılanmıştır.

Son 20 yılda özellikle, ihracatın ithalatı karşılama oranı, yılına göre değişmekle beraber, %60-70 aralığında gidip gelmiştir. İhracat, ithalatın parasını karşılayamamaktadır. Dış ticaretin %30 ile %40 arasında açık vermesi, ortalamada 20 yılda, yıllık 30 milyar dolar cari açık anlamına gelmektedir. Toplamda bu cari açık miktarı, neredeyse milli gelir sınırına gelip dayanmıştır.

Cari açık, en yüksek olduğu yıl 2011 yılıdır. 75 milyar dolar olarak gerçekleşen bu yıldaki açık tutarı IMF yetkililerinin dahi gözlerini şaşkınlıkla açmasına sebep olmuştur. Çünkü IMF, cari açık/ milli gelir oranını en fazla %8 olarak belirlemişti. Türkiye’nin bu oranın üzerinde açık vermesi, ülke iflası anlamına gelmektedir. Ortaya çıkan bu oranı IMF’nin de kabul edemeyeceği bir büyüklük olarak ifade etmek gerekmektedir. Her ne kadar kulağa hoş gelmese de IMF koridorlarında Türkiye için iflas kaçınılmaz görünmektedir.

Yüksek cari açık, dış borçların da tetikleyicisi olmuştur. Zaten mevcut bir dış borç yükü varken, üstüne bir de cari açıktan kaynaklanan borç eklenmiştir. Bu durum  Türkiye’nin daha fazla dışa bağımlı bir ülke olması anlamına gelmektedir.

Her borçlanmaya gidildiğinde yüksek faiz riski ile karşılaşılmış; daha yüksek risk primleri (CDS) ödenmiştir. Türkiye’nin bu sarmalı kırması gerekmektedir. Bugün yaşanan döviz atakları bu sürecin bir parçasıdır. Geçecektir…

Prof. Dr. İbrahim Attila ACAR