Pandemi Döneminde Devlet Bütçesi

Türkiye ikinci yılına girdiği pandemi dalgasının etkisi altındadır. Her ne kadar aşı bulunmuş olsa da merkezlerde yapılacak aşı konusu da yavaş ilerlemektedir.  Her gün yayınlanan hasta ve yeni vak’a sayıları ister istemez moral bozucudur. Buna bir de ekonomiye dair gelen olumsuz haberler sorunun daha büyük algılanmasında etkilidir. Böyle zamanlar devletin korumacı ve kollamacı halinin daha çok ortaya çıktığı görülür.

Türkiye’de pandemi dalgası ikinci yılına girdi. Rakamlar acımasız. Hastalık hali, anlatılanlar kadarıyla zorlu geçiyor. Her ne kadar aşı bulunmuş olsa da başkalarının bulduğu aşıyı ülkeye getirmek, ya da başkalarından aşı temin etmek zorunluluğu var.  Pazarlıklar etkili; işte İngiltere ve İsrail aşılamayı bitirdi.  Aşı, parasıyla dahi temin edilemez durumlar da gösteriyor. Aşıya sahip ülkelerin stratejik baskı aracı olarak da aşıyı kullanması mümkün.

Şu kadar aydır, bu kadar milyon çocukla muhatap olan öğretmenlerin dahi aşıları yapılmamış durumdadır.

Ekonomi derseniz, yıllardır devam eden “mali disiplin” çapası ile AB yakınsama kriterlerinde yer alan, borçlanma ve bütçe açığı ile ilgili veriler de olumsuz yönde değişmeye başlamıştır. Ekonomideki para kıtlığı firmaları ve fertleri sarsmaktadır. Uzun yıllar Bütçe Açığı için %2, Borç Stoku  için de %40’ın altında seyreden referans değerin yeni eğilimi yukarı yönlüdür. Bu pandemi günlerinde sıklıkla kullanılan bütçe imkanları için hazırlık mahiyetinde görülebilecek bu değerler sayesindedir ki Türkiye, kendisi için borçlanacak ek bir alana/kaynağa sahiptir. Bütçe açığı rakamları da her ne kadar aşırı bir artış göstermiş olsa da yine kabul edilebilir seviyelerdedir. Sürdürülebilirlik konusunda henüz bir risk bulunmamaktadır: izlenmelidir.

Durum dünyanın fakir kesimlerinde daha korkutucu boyuttadır.  Ancak anlaşılan, dünya nüfusunun %30’unun kaybedecek fazla bir şeyi yok ki gelişmiş ülkelerin merhametinden medet umar vaziyettelerdir.  Salgın bir yanda, fıkaralık diğer yanda şartlar zorlaşmaktadır. Özellikle fakir ülkelerin hayatlarını sürdürme mücadelesinin güçlükleri; Refah ve büyümeden geçmiş “yaşanan gün kâr”  anlayışına dönüşmüştür. Bir sene evveline kadar temel besin maddelerini önceleyenlerin şimdiki öncelikleri,  aşı ve tedavi haline gelmiştir. Bu sorunu çözme konusunda da tek başına bırakılamazlar. İşbirlikleri ve yeni insani yaklaşımlar yeni dünya düzeninin de belirleyicisi olacaktır. İnsani olmayan bir refahın da sorgulanması kaçınılmazdır. Devletlerin birbirlerine görünür görünmez desteklerinin biraz da bu yönüyle ele alınması şarttır.

Devletler her ne kadar, içeride ve dışarıda,  işlevsel olmak istese de bütçe imkanları şartları zorlamaktadır. İster istemez içeriye dönük öncelikler, karar vericilerin eğilimlerini de belirlemede etkilidir. Bütçenin etkin bir yönetim aracı olması için bütçenin kısıtlarının olmaması, olsa da yönetilebilir seviyelerde olması gerektiği bilinmelidir. Türkiye gibi bir ülkenin her ne kadar dengeleri hassas ise de yatırımlar, faiz ve bütçe açığı gibi bazı verileri üzerinden fikir yürütmek mümkündür. Doğrudan bir bakışla şunlar görünmektedir:

  1. Yatırımlar: Türkiye için yatırım şarttır.  Yatırımsız kalkınma olmaz. Ama  “istihdam sağlayan bir büyüme” de olmalıdır. Yeterli tasarruflar olması halinde yatırım ortamı sorunsuz gelişecektir. Yatırım aynı zamanda yurt içinde üretim demektir. Üretemeyen ve talebi devam eden ülkeler için ithalat kaçınılmazdır. Başta cari açık ve döviz ihtiyacı ile başlayan dış ticaret hadlerindeki bozulma, başka istikrarsızlıkların kaynağı olabilmektedir. Devlet yatırım yapabilmelidir. Her bir kamu yatırımı ekonomiyi tetikleyecektir. Bunlar özel sektör  için büyük fırsattır.
  2. Faiz Giderleri: Hem üretim hem de tüketim için faiz oranları, teşebbüs sahiplerini yatırımdan vazgeçirmeyecek ölçüde  olmalıdır. Ancak bir de kamunun faiz giderleri var ki oraya giden her “kuruş“, devletin başka yerler için kullanabileceği kaynaklardan vazgeçmesi anlamına gelmektedir. Faiz gideri bir transferdir. Devlete borç sağlayan gruplara karşılıksız fon aktarımıdır. Ancak faiz giderlerindeki her artış, devlet açısından karşılanamayan kamu giderleri, toplanamayan vergiler anlamına da gelmektedir. Devletin bu yüzden sağlıklı vergi toplayabilmesi şarttır.
  • Bütçe Açığı: Bütçe açıkları başta gelir yetersizliği olarak görülür. Devlet bütçe açığı verdikçe “vergi devletinden borçlu devlete” geçiş yapmaktadır. Bütçe açığını kapatmak için özelleştirme kaynak olabilir; ancak sürekli olmaz. Özelleştirme geliri tek seferliktir. Bu yüzden dışarıdan ve içeriden borçlanmalar mecbur hale gelir ki bu da ülkenin riskini arttırır. Sonuçta pahalı borçlanma, faiz giderlerini de arttıracaktır.

Her şey yolunda giderken, ekonomide büyüme ve istihdam yüksek iken enflasyonda ve faizlerde %5 hedefi hiç uzak değilken; Türkiye 3 senedir yüksek faiz oranları ve  yüksek enflasyon sebebiyle büyük maliyetlere katlanmaktadır. Artık her ay başında açıklanan enflasyon rakamları ile düşük faiz oranlarından ne ölçüde uzaklaştığımızı görür olduk.  Enflasyonun %16 olduğu bir  ülkede faiz nasıl düşsün?

2018 sonrası ülke ekonomilerinde, uluslararası ve bölgesel riskler ile siyasi risklerin bir araya gelmesinden kaynaklanan büyük zorlamalar görüldü. Türkiye de bu olumsuzluklardan nasibini aldı. Hem faiz maliyetleri, hem ülkenin riski artmıştır. Haliyle başka alanlar için kullanılabilecek kaynaklar faize giderek heba olmuştur. Elbette dengeleri değiştiren bir pandemi krizini kimse beklemiyordu.

Ekonomi atak için hazırdır. IMF, Dünya Bankası ve OECD Türkiye’nin 2021 büyüme beklentilerini  %5’ler seviyesine yükseltmiştir. Son aylardaki ihracat rakamları da bunu doğrulamaktadır. Bu üretim için de bir fırsattır. Ancak bitmeyen salgın süreci belimizi bükmektedir. Yaz sezonunun da gelmesi, bu meselenin behemehal çözümlenmesi zaruretini ortaya koymaktadır.

Prof. Dr. İbrahim Attila ACAR