Kısım 3: Hipnoz

GÜNDÜZ DÜŞLERİ

Kısım 1: Her Söz Zehir Gibi Acı

Kısım 2: Berzah

Kısım 3: Hipnoz

1.

Bembeyaz bir yerdeyim, doktor hanım. Her yer, göz alırcasına bembeyaz. Çevremde hiçbir şey, hiç kimse yok. Sadece çok uzaklardan giderek yaklaşan ayak sesleri duyuyorum. Olduğum yerde korkudan kımıldamadan kalakalıyorum. Ne dediğini anlayamadığım titrek bir ses işitiyorum ve sıçrayarak uyanıyorum.

Doktor bir süre hastasının yüzüne dikkatle baktıktan sonra defterine bir şeyler yazmaya başladı.

Sakin olun Hâşim bey, anlatırken bile yüzünüzün rengi kaçtı. Yanınıza gelen ayak seslerinin sahibinin kim olduğunu biliyor musunuz peki?

Bilemiyorum” diye söze başladı yaşlı adam.

Üç gecedir üst üste aynı kâbusu görüyorum. Sürekli aynı rüyayla uyanmak beni huzursuz ediyor.

Anlıyorum sizi Hâşim bey. Bir psikiyatriste başvurmanız aslında oldukça önemli bir adım bu gibi durumlarda…

Yaşlı adam başını öne eğmiş dizlerinin arasında birleştirdiği avuçlarına boş gözlerle bakıyordu.

Bir rüyanın peş peşe görülmesi, bireyin kendi iç dünyasında çözemediği bazı sorunların dışa vurumu olarak değerlendirilebilir. En çok nelerden korkarsınız Hâşim bey? Herkesin bazı korkuları vardır, kimisi yüksekten, kimisi karanlıktan kimisi de kapalı yerlerde kalmaktan korkar. Bu korkuları yenebilmenin yolu ise öncelikle nelerden korktuğunu keşfedebilmekten geçer. Sonra da nedenini araştırmamız lazım. Bakın, ben boğulmaktan çok korkarım mesela… Bir düşünün bakalım siz nelerden korkuyorsunuz.

Sanki bu sorunun gelmesini bekliyormuş gibi hemen cevap verdi ihtiyar adam:

Beş yıl önce eşimi kaybettim. Sanırım sıram geldi benim de…

Sizi üzmek istemem ama eşinizi kaybettiğiniz günlere geri dönsek nasıl olur, Hâşim bey?

Yaşlı adam bir süre sustuktan sonra doktora dönerek:

Eşim kanser hastasıydı, çok acı çekti… Ölmeden bir gün önce artık öleceğini hissetmiş olmalı ki kendisi öldükten sonra kendimi salıvermeden hayata devam edeceğime dair söz vermemi istedi. Ona söz verdim ama yapamadım, sözümü tutamadım. Her hafta sonu bir demet çiçek alıp mezarına ziyaretine gidip ağlıyorum. Çok özlüyorum onu…

Üzülmeniz çok doğal, Hâşim bey.” dedi doktor. “Eğer hiç üzülmeseydiniz asıl sorun o zaman ortaya çıkacaktı.

Bir de şey demişti…” diye mırıldandı yaşlı adam, doktorun gözlerinin içine bakarak.

Merak etme, ben orada seni karşılamak için bekliyor olacağım.

Elindeki kalemi tekrar defterin üzerine bırakan doktor:

“Şimdi anlıyorum… Dini öğretilerde olsun, mitolojik efsanelerde olsun, rüyalar genellikle ruhlar aleminden alınan mesajlarla ilişkilendirilir. Hâl böyle olunca insanların özellikle de geçmişte kaybettikleri kişiler ile rüyalarda dahi olsa temas halinde olma çabaları doğaldır. Dante’nin ‘İlahi Komedya’ adlı eserini bilirsiniz belki. Rüyasında kendisinden önce ölen melankolik aşkı Beatrice’in çağrısı üzerine onunla buluşmak için sırasıyla Cehennem, Araf ve Cennet’e uzanan zorlu seyahatini anlatır…

Kısa bir süre yaşlı adamın yüzündeki tepkisine baktıktan sonra devam etti:

Rüyanızda yanınıza yaklaşmakta olan kişinin kaybettiğiniz eşiniz olduğunu ve dolayısıyla bu rüyanın yakın zamanda öleceğinize işaret ettiğini düşündüğünüzden dolayı korkuyorsunuz, yanılıyor muyum Hâşim bey?

“Pek sayılmaz aslında, O kişinin eşim olduğunu zannetmiyorum doktor hanım.

Neden?” diye sordu doktor, dikkatle hastasının yüzüne bakarak.

Çünkü, rüyamda duyduğum titrek bir çocuk sesiydi!

Peki, eşinizi ölümünden sonra hiç rüyanızda gördünüz mü onu Hâşim bey? İnsanlar rüyalarında tanıdıkları kişileri farklı görünümlerde de hayal edebilirler aslında.

Başını hayır der gibi her iki yana doğru salladı:

İnanır mısınız, bir kez bile görmedim onu rüyamda. Belki de kırılmıştır sözümü tutmadım diye…ya da belki de… vazgeçmiş olabilir beni beklemekten!

Doktor defterine dönerek birkaç cümle daha yazdıktan sonra tekrar konuşmaya başladı:

Hâşim bey, bilinçaltınızda sizi endişelendiren asıl şey belki de ölüm korkusu olmayabilir. Paylaşmaya çekindiğiniz başka şeyler de var sanki. Çünkü, anlatmaya çalıştıklarınızda hem eşinizden ayrılığın sizi çok etkilediğini, onu hâlâ çok sevdiğinizi, ölümünü kabullenemediğinizi, hem de ona sadece ölünce kavuşabileceğinizi düşünmenize rağmen başka endişelerinizin olduğunu anlıyorum. Kendinize bile itiraf etmekten tereddüt ettiğiniz şey her ne ise, esasen uzunca bir süredir sizi rahatsız ediyor olmalı. Bilinçaltına yerleşen bu tarz korkular insanları değişik şekillerde rahatsız edebilir. Sizin durumunuzda bu korkular rüya yoluyla kendisini dışa vurmaya başlamış gibi görünüyor…

Yaşlı adamın tereddütle kendisine doğru baktığını fark eden doktor:

Ezop’un meşhur bir masalı vardır. Yunan mitolojisinin üç güçlü tanrısı, Zeus, Poseidon  ve Athena, en mükemmel şeyi kimin yaratabileceğini belirlemek için bir yarışma düzenlemeye karar vermişler. Zeus yeryüzünde bir insan yaratmış, Athena bir ev inşa etmiş, Poseidon ise boğayı icat etmiş. Yarışmada yargıç olarak eleştiri tanrısı Momus görevlendirilmiş. Çünkü o her şeyi eleştiren ve hiçbir şeyi beğenmeyen bir tanrıymış. Momus değerlendirmeyi yaptıktan sonra, ödülü hiç kimsenin hak etmediğine karar verdiğini açıklamış. Çünkü, ev, onu kötü komşulardan uzaklaştıracak tekerleklerden yoksundur, boğa bir şeye saldırdığında daha iyi nişan alabilmesi için gözleri boynuzlarının altında olmalıdır… Peki sizce Momus insanı neden beğenmemiş olabilir, Hâşim bey?

Kusursuz değil ki insanoğlu… Hem ölümlü, hem günahkâr!” diye cevap verdi yaşlı adam.

Çok ilginç… yani çok güzel özetlediniz aslında.” oldu doktorun cevabı, defterine not alırken. Ardından hastasının gözlerinin içine bakarak devam etti:

Momus’a göre insanın yaratılışıyla ilgili sorun, zihninin dış dünyaya kapalı olmasıydı. Göğsünde bir pencere yoktu, bu da bir insanın ne düşündüğünü doğrudan başka hiç kimsenin bilemeyeceği anlamına geliyordu. İnsanların gerçek düşüncelerini anlayabilmek için bir adamın kalbinin üzerinde şeffaf bir pencere olması gerektiğini söylemiş Momus. Öfkelenen Zeus’un da Momus’u sürgün ettiği söylenir…

Teşhisi çok eskiden koymuşlar desenize…” diye mırıldandı yaşlı adam.

Yanlış anlamayın, sizi itham etmiyorum, sadece yardımcı olabilmek çabalıyorum, Hâşim bey. Az önce neden ölüm ve günah kelimelerini bir arada kullandığınızı merak ettim mesela…

Yaşlı adam hafifçe doğruldu, konuşacak gibi oldu ama bir türlü başlayamıyordu konuşmaya. Her ikisi de biliyordu ki, tek bir kelime bile çıksaydı o an ağzından, duygusal bir boşalma yaşamaya başlayacaktı. İlk seans için hastasını fazla sıkıştırmak istemeyen doktor tekrar söze girdi:

Haşim bey, şimdi şöyle devam edelim isterseniz. Çeşitli ilaç tedavileri mevcut. Genelde uzun zaman alan şeyler ve elbette sizin bu süreçte bazı fedakârlıklarda bulunmanız gerekir. Ancak, acaba alternatif yaklaşımlar daha mı etkili olur sizin açınızdan diye düşünüyorum…

Yaşlı adam yavaşça yerinden doğrularak:

Doktor hanım, sanki durumum ümitsiz bir vakaymış gibi bir izlenim edindim sözlerinizden.” diye cevap verdi.

Hayır, tam olarak öyle değil aslında.” oldu  doktorun cevabı ve ekledi:

Sakin olun, oturun lütfen. Sadece aklıma farklı bir tedavi yöntemi geldi, ama yeni bir yaklaşım olduğu için tam da emin olamadım…

Bitkisel ilaçlar falan mı?” diye sordu yaşlı adam, tekrar yerine otururken.

Hayır, hayır, alternatif bir hipnoz tedavisi aslında. Özel bir klinikte birkaç ay önce uygulanmaya başlayan bir hipnoterapi yöntemi var… Aslında pek çok ülkede bir süredir başarıyla uygulandığını biliyorum bu tedavinin. Hastaları alternatif bir yöntemle hipnotize edip bilinçaltlarındaki korkularıyla kontrollü bir şekilde yüzleşmeleri sağlanıyor. Yalnız hoşuma gitmeyen bir yanı var, o da kullandıkları hipnoz yöntemi… Hastalar damar yoluyla verilen bir ilaçla kontrollü bir şekilde uyutulduktan sonra…

Elini kaldırarak doktorun sözünü kesti yaşlı adam:

Narkoz mu veriyorlar hastalara, ameliyatlarda olduğu gibi?

Tam olarak o şekilde değil aslında, sedasyon dediğimiz yöntemle, sakinleştirici ilaçların elektronik bir şekilde kontrollü olarak vücuda enjekte edildiği bir modern bir süreç… İsterseniz sizi ilgili kliniğe yönlendireyim. Doktor arkadaşı tanıyorum, durumunuzu aktarırım. Gider konuşur, aklınıza yatarsa deneyebilirsiniz. Uzunca bir süre ilaç tedavisi görmektense, yeni yöntemi denemek size cazip gelebilir. Yine de uygun bulmazsanız, tedavinize burada başlar, geleneksel yöntemlerle sıkıntılarınızı çözmeye çalışırız…

 

2.

Psikiyatri doktorunu ziyaretinin tam bir hafta öncesiydi. Cumartesi büroyu kapamadan kısa bir süre önce, öğle saatlerinde gelen müşterinin poliçesini bir an önce tamamlamaya çalışıyordu. Sık sık kol saatine baktığını fark eden müşterisi, kendisinin de acelesi olduğunu ima ederek “Bir an önce bitirebilirsek, iyi olur.” diye mırıldanmıştı.

Neyse ki sorunsuz bir müşteriydi ve çok fazla soru sormadan bir an önce kasko poliçesini hazırlatarak iş yerinden ayrılmıştı. Müşterisini gönderdikten sonra elindeki çiçek buketi ile yavaş yavaş pasajın merdivenlerinden inerken el çantasının içindeki cep telefonu çalmaya başlamıştı.

Babacığım nasılsın?”

Bildiğin gibi işte. Anneni ziyarete gidiyordum. Neşe’nin sesi mi o, neden ağlıyor?

Ona aldığın bir cam küre vardı dedesi, hatırladın mı? Hani ters çevirdiğinde evlerin üzerine kar yağan müzikli küre vardı ya, onu düşürüp kırmış, yıkıyor şimdi ortalığı. Ben de dedeni arayalım, sana yenisini alır dedim. Hem kendi ellerinle getirirsin belki, değil mi? Al bak dedene veriyorum telefonu kızım. Söyle ona dedesi, ağlamayı kessin artık…

O şerefsiz damatla evlenmemesi için çok yalvarmıştı kızına. Ama o ne yapmıştı? Sözde aşkına esir olup, sevdiği adamla ülkenin bir ucuna taşınmıştı! Taşınmıştı da ne olmuştu sanki… Her gün kavga, her gün huzursuzluk! Kızları doğduğunda bile ilişkilerinde zerre kadar düzeltme olmamıştı. Neyse ki boşandığından beri daha huzurluydu gibiydi.

Keşke onu iknâ edebilsem de, buralara geri taşınsa.” diye düşünüyordu. “Burada ona bir eczane açardık, uzaklarda başkalarının yanında çalışacağına, kendi işine bakar…

Sokağa adımını attığında, yanına yaklaşan 40 yaşlarında bir adam “Saat kaç acaba? Hay Allah! Yine gecikeceğim çocuğu okuldan almaya…” diye telaşla sormuştu. Boş gözlerle kendisine bakan adam, sorduğu sorunun cevabını beklemeden hızla yanından uzaklaşırken şaşkınlıkla adamın arkasından mırıldanmıştı:

Bugün de herkes bir yerlere yetişme derdinde!

Mezarlığın kapısına yaklaştığında kuşların cıvıltısı, huzur dolu bir dünyanın habercisi gibiydi. Tıpkı torununun kırılan cam küresi gibi, kendi evreninde yaşayan gizli bir dünyaydı orası da aslında… Issız ama bir o kadar da kalabalık yerlerdi mezarlıklar. Nice eş, dost, akraba sessiz sedasız bu dünyayı terk edip o kürenin içine yerleşmiyor muydu eninde sonunda?

Şu kapının yanında sigarasını derin derin içine çeken mezarlık bekçisi mesela, gün gelip o mezarlığın daimî bir sakini olmayacak mıydı? Ya da daha bir saat önce telaş içerisindeki müşterisi, er ya da geç bir daha asla hiçbir poliçeye ihtiyaç duymayacağı günlerin geleceğinin farkında mıydı?

Yerde, kaldırım taşlarının üzerinde kendi boyundan büyük çekirdek kabuğunu hızlı bir şekilde taşıma telaşı içindeki karıncanın ne farkı vardı peki insanoğlundan?  Yuvasına taşımaya çalıştığı çekirdek kabuğu sağa sola savruluyor, zaman zaman çimenlere takılıp yere düşüyordu. Her defasında düştüğü yerden ısrarla çekirdek kabuğunu alan karınca dinlenmeksizin yoluna devam ediyordu. Belki de oradan geçen bir insanoğlu hoyratça üzerine basıp onun varlığını sonsuza değin yok edecekti. Ardından ne bir ağlayan karınca bırakacaktı, ne de bir mezar taşı!

Kaldırım taşlarının arasından yeryüzünü selamlayan, yeni filizlenmiş minik papatyaların da farkı yoktu aslında diğer canlılardan… Kaldırım taşlarının arasında var olma savaşı veren papatyalardan şanslı olanları, yerin altında sıkışıp kalanlara nispet edercesine “Merhaba” diyordu güneşe, gökyüzüne ve görebildiği tüm canlılara… Bir isyan, bir baş kaldırıştı belki bu, kendisini beton zeminin altına mahkûm eden insanoğluna karşı! İnsanoğlunun ayaklarının altında ezilip gideceklerini bile bile verilen bir var oluş mücadelesi… Hayat bu kadar çileyi çekmeye değer miydi gerçekten?

Eşinin mezarının yanına kadar geldiğinde, daha önce hiç sorgulamadığı bu soruyu düşünüyordu işte!

Beni duyduğunu biliyorum…” diye mırıldanmaya başlamıştı elindeki çiçeği mermer vazonun içine koyarken.

Yarım asır olacaktı, biliyorsun değil mi, bir hafta daha yaşasaydın… Tam yarım asır boyunca yuvana adadın ömrünü. Sonra da… sonrası yok işte! Giden gittiğiyle kalıyor…

Tam o esnada bir alaca karga konmuştu, az ötedeki asırlık bir sedir ağacının her daim yeşil kalmayı başaran dallarının arasına. Çirkin sesiyle diğer kargalara seslenmeye başlayan karga sanki yaşlı adamı susturmayı kendisine görev edinmişti! Mezarlığın kapısındaki güzel kuş seslerinin aksine, bu çirkin ses bir anda ortamın büyüsünü bozmuş, ihtiyar adamın huzurunu kaçırmayı başarmıştı. Ardında da bir anda diğer ağaçlardaki kargaların yanına doğru uçup gitmişti.

Psikiyatrist’in yanından ayrılırken bu düşünceler içindeydi. Eşinin mezarını son ziyaretindeki derin düşünceleri yüzünden görmüş olabilir miydi o rüyaları? Muhtemelen doktorun dediği gibi, azıcık kendisi ile baş başa kalabilmeyi başarabilse, gördüğü kâbuslardan da kurtulabilirdi belki! O halde, hipnoz tedavisi kendisine gerçekten de faydalı olabilirdi… Nihayetinde, kendi ruhunu esir alan karanlık zindanlardan azat edebilecek olan tek gücün yine kendisinden başkası olamayacağının farkındaydı!

 

3.

Kliniğimize hoş geldiniz efendim. Doktor Engin bey biraz sonra sizinle görüşecek. Buyurun oturun biraz isterseniz.” diye karşıladı sekreter kız kapıdan giren yaşlı adamı.

Oldukça şık dekore edilmiş, genişçe bir bekleme salonu vardı kliniğin. Karşılıklı iki duvarda Picasso’nun ‘Saatli kadın’ ve Dali’nin ‘Belleğin azmi’ tabloları yer alıyordu. Sehpanın tam ortasında minik bir kaktüs, hemen yanında da sekreter tarafından nizami bir şekilde üst üste yerleştirilen dergiler vardı.

En üstteki dergiyi eline alarak sayfalarını çevirmeye başladı. ‘Sanzu-no-Kawa: Üç Dünya Nehri’ başlıklı sayfada durdu. Başlığın hemen altında, eski zamanlarda çizilmiş ürkütücü bir Japon anime figürü yer alıyordu. Görselin altında büyük puntolarla yazılmış açıklamaları okumaya başladı:

Japon Budist mitolojisinde, insanların ölümlerinden yedi gün sonra ulaştıkları Sanzu nehri üzerinde, sonraki hayatlarına kavuşabilmeleri için ruhlarının geçmesi gereken bir geçitin varlığına inanılır. Nehrin üzerinde ruhların karşı tarafa geçebileceği üç farklı geçiş noktası bulunmaktadır; bir köprü, bir patika ve yılanlarla dolu derin bir su birikintisi. Bir kişinin hayattayken işlediği suçların ağırlığı, bireyin hangi yolu izlemesi gerektiğini belirler. Her bir geçiş noktası suçlarının kefareti veya cezalarına ilişkin farklı özellikler barındırır…

Ölüm… Her yerde karşıma çıkmak zorunda mısın!” diye mırıldandı derginin kapağını kapatıp yerine koyarken.

Doktor bey sizi bekliyor.” diye seslendi sekreter kız o esnada, parmağıyla koridorun sonundaki odasını işaret ederek.

Kapıda kendisini bekleyen doktor “Merhaba Hâşim bey, hoşgeldiniz.” diyerek hastasını içeri buyur etti.

Masanın üzerinde duran dosyaya bir süre göz atan doktor “Meslektaşım Sezen hanım, bu sabah durumunuz hakkında bana kısaca bilgi vermişti. Şu anda bu gibi sorunların tedavisinde dünyanın en gelişmiş yöntemlerinden birini kullandığımızı bilmenizi isterim.” diyerek sözlerine başladı.

Bana tam olarak nasıl bir tedavi uygulayacağınızı basit bir şekilde anlatabilir misiniz lütfen doktor bey?” diye sordu yaşlı adam.

Elbette” diye başını salladı doktor. “Öncelikle sorununuz hakkında kısaca bilgi vereyim isterseniz. Bilinçaltınıza ittiğiniz bazı sorunlarınız sizi en zayıf anınızda, yani uyurken yakalıyor. Bu sorunlarla savaşabilmek için ihtiyacınız olan en güçlü silahınız, yani şuurunuz açık olmadığı için kendinizi savunamıyorsunuz maalesef. Bunun sonucunda, genellikle kalp atışlarında yükselme ve aşırı terleme gibi korku belirtileri ortaya çıkar. Bu durum ise sorunların her geçen gün daha da rahatsız edici bir hâl almasına sebep olur…

Doktorun sözlerini onaylar gibi başını salladı yaşlı adam. Doktor konuşmaya devam etti:

Kullandığımız yöntem aslında hastaların sorunlarına karşı verdikleri savaşı kazanabilmeleri için onlara lojistik destek sağlamayı amaçlıyor. Yani, bir çesit self-hipnoz tedavisi uyguluyoruz. Hasta kontrollü bir şekilde uyutulup, bu süre zarfında sakin kalabilmesi hedefleniyor. Böylelikle, bilinçaltında gizlenen sorunların en zayıf anında hastalarımıza saldırmasının önüne geçmeye çalışıyoruz. Elbette bu sadece tedavinin ilk aşaması…

Hastasının gergin olduğunu hisseden doktor, onu biraz rahatlatmak için konuyu biraz değiştirmeye karar vererek sordu:

Hipnoz kelimesinin nereden geldiğini biliyor musunuz, Hâşim bey?

Başını her iki yana sallamakla yetindi yaşlı adam.

Hipnoz olarak adlandırdığımız yönteminin kökeni Yunan mitolojisine kadar uzanır.   Hypnos, Yunan mitolojisinde uyku tanrısıdır ve ölümle de ilişkilendirilir. Aslında, ölüm tanrısı Hypnos değil, onun ikiz kardeşi Thanatos’tur. Hypnos ve Thanatos’un ikiz kardeşler olması, uyku ve ölümün birbirine ne kadar yakın olduğunu simgeler. Her ne kadar Hypnos’un görevi insanları uyutmak olsa da, onun ölümle ilişkilendirilmesinin ardındaki sebep, bazı insanların ölümle yüzleşmeden önce gördükleri rüyalardır. Bu rüyaların, ölüme dair bir tür önsezi ya da uyarı olduğu düşünülür. O yüzden de, ölümle ilgili rüyaların tanrısı olarak da kabul edilir Hypnos. İlginç bir bilgi daha vereyim, rüyaların tanrısı, yani Hypnos insanları uyuttuktan sonra insanlara rüyalarındaki mesajları veren mitolojik güç aslında onun oğlu olan Morpheus’tur… Özetle, biz sizi rüyalarınızda rahatsız eden Morpheus’tan kurtarmak için babası Hypnos’tan yardım almayı hedefliyoruz!

Gülümseyerek hastasının yüzüne baktı doktor.

Yaşlı adam, mitolojik bilgiler ilgisini çekmediğini göstermek istercesine asıl konuya dönerek sordu:

Hipnoz işlemini vücuda bazı kimyasal maddeleri enjekte ederek gerçekleştirdiğinizi söylemişti doktor Sezen hanım. Ne yalan söyleyeyim, bu da beni birazcık korkuyor.

Merak etmeyin Hâşim bey. Genelde tüm hastalar aynı konuda tereddüt ediyorlar. Aslında kullandığımız maddenin çok güvenli olduğu bilimsel çevrelerce ispatlanmış durumda. Vücuda enjekte edilen miktarı ve vücuttaki dolaşımı elektronik olarak kontrol eden ve seans tamamlandıktan sonra vücuttan tamamen arındıran bir sistem ile çalışıyoruz. Hipnoz seansı tamamlandıktan yaklaşık bir saat sonra hasta zaten hemen ayağa kalkıp normal hayatına dönebiliyor…

Merakımı mazur görün, doktor bey. Eğer herhangi bir aksilik olur da vücuda verdiğiniz bu kimyasal vücuttan atılamazsa ciddi bir sıkıntı yaşanır mı?

Doktor biraz düşündükten sonra “Teorik olarak, bu madde vücutta bir saatten fazla kalırsa kanı pıhtılaştırarak kalbe giden damarları tıkayabiliyor. Bu yüzden de seanslar en fazla kırk beş dakika ile sınırlı tutuluyor. Zaten, vücut fonksiyonlarına ilişkin veriler elektronik kontrol sistemimiz ile anlık olarak gözetim altında tutulduğu için anlık bir sıkıntı yaşanma ihtimali oldukça zayıf… Endişelenecek bir durum hiç yaşanmadı ama, sıkıntılı bir durum söz konusu olması durumunda drenaj işlemini hemen başlatabiliriz.

Peki ya, elektronik kontrol sisteminizin arıza yapma ihtimali yok mu doktor bey?

Doktor gülümseyerek “Şüpheci hastalarımı severim… Her türlü riski düşündük Hâşim bey. Sistemimiz her seansın ardından hassas bir bakımdan geçiriliyor. Siz sormadan şunu da ekleyim, elektriğe bağlı güç kesintisi ya da dalgalanmaların yaşanması durumunda merkezi jeneratör sistemi 15 saniye içinde devreye giriyor… Kısacası mükemmel bir altyapımız var, Hypnos’un babası Nyx, yani zifir karanlığın tanrısı bile gelse hipnoz seansımıza engel olamaz bu klinikte!

 

4.

Tüm hazırlıklarımız tamam Hâşim bey, biraz sonra vücudunuzun sakinleştiğini hissedeceksiniz. İyi uykular!

Doktor daha sözlerini tamamlayamadan yaşlı adam uykuya dalmıştı bile. Kendisine geldiğinde, loş ışıklarla aydınlatılan bir alışveriş merkezinin kapısından adımını atmış, ince uzun koridorda yavaş adımlarlar yürürken buldu kendisini. Yıllar önce terk edilmiş bir yere benziyordu burası. İçeride kendisinden başka hiç kimse yoktu. Korku değildi o anda hissettiği, farklı bir huzursuzluk hissi vardı içinde. Eşinin cenazesinden eve döndüğü akşamkine benzer bir duygu içerisinde ruhunun daraldığını hissediyordu. Çevresindeki her şey üzerine geliyormuş gibi bir huzursuzluk vardı üzerinde. Zaman durmuş, her şey anlamını yitirmişti. Varlığının kendisine bile ağır geldiğini hissediyordu.

Yaklaşmakta olan ayak seslerini duydu o anda. Yürümeye devam etti ve çok geçmeden yüz yüze geldiler. Hiç tanımadığı küçük bir kız çocuğuydu tam karşısında duran. Yanağına süzülen bir damla yaşı minik parmaklarıyla silerek ona baktı baktı küçük kız. Sanki uzunca bir süredir onun gelmesini bekliyor gibiydi. Göz göze geldiklerinde kızın gözlerindeki korkuyu hissetti önce. Bir saniyelik bir bakışmaydı bu ama yetmişti küçük kızın çektiği acıların yaşlı adamın yüreğine bir hançer gibi saplanması için. Üzüntüyü hissetti kızın bakışlarında, endişeyi, şefkat ihtiyacını… Yere eğildi yaşlı adam ve kollarını açarak kızın kendisine yaklaşmasını bekledi. Hızla ihtiyar adama sarılan küçük kız başını omzuna yaslayarak iç çekti.

Kızı kucağından indirdikten sonra el ele tutuşarak tek bir kelime bile konuşmadan yürümeye başladılar. Sözlerle değil hislerle birbirleriyle konuşuyor gibiydiler. Kız parmağıyla ileriyi işaret ederek, koridorun diğer ucundaki geniş alanı gösterdi yaşlı adama. Her ikisi de tek kelime konuşmadan yürümeye devam ettiler.

Alışveriş merkezinin sonunda, sarı, mavi, ve kırmızı ışıkların yanıp söndüğü genişçe bir oyun alanıydı geldikleri yer. İçinde zıplama alanı, kaydırak ve atlı karınca gibi bölümler bulunuyordu. Plastik çitlerle çevrili oyun alanının girişindeki gişenin hemen yanındaki kapı tamamen açıktı. İçeride onlardan başka hiç kimse yoktu. “Oynamak ister misin?” der gibi baktı küçük kızın yüzüne yaşlı adam. Kız ise içeri girmek yerine yan tarafa döndü ve tekrar yaşlı adamın elinden tutarak diğer köşedeki çarpışan otolara doğru yürümeye başladı.

Çarpışan otoların bulunduğu platformun girişinde yan yana dizilmiş çok sayıda eski araç belki de yıllardır kendilerini kullanacak birisini bekler bir şekilde duruyordu. Platformun tam ortasında ise mavi renkli bir araç devrilmiş bir şekilde duruyordu. Platformun içine girip mavi aracın yanına kadar geldiklerinde, aracın tam önünde küçük bir erkek çocuğun sırtında okul çantası ile dizleri üzerine çökmüş, başı öne eğik bir şekilde ağlamakta olduğunu gördüler.

Küçük kız ona doğru yaklaşarak ayağa kalkması için elini uzattı. Başını kaldırıp kıza bakan çocuk kızın elinden tutarak yerinden doğruldu ve el ele tutuşarak yürümeye başladılar. Yaşlı adam da arkalarından geliyordu.

Çocuklar oyun alanına geldiklerinde içeri girerek atlı karıncanın bulunduğu platforma geçtiler. Her ikisi de arka arkaya atlara binmek üzere durdular. İhtiyar adam önce kızı öndeki beyaz ata, ardından erkek çocuğu da arkasındaki yeşil ata bindirdikten sonra platformdan inerek yan taraftaki panoda bulunan kırmızı düğmeye bastı. Yavaş yavaş kendi ekseninde dönmeye başlayan platformda atlar da birer birer aşağı ve yukarı hareket etmeye başladılar. Dönen platformda, çocuklar her yanından geçtiklerinde buğulu gözlerle yaşlı adama gülümsüyorlardı. İkinci turdan sonra her ikisi de ellerini kaldırarak salladılar yaşlı adama.

Ayrılma zamanı geldiğini anlamıştı o an… Oyun alanının hemen ardındaki alışveriş merkezinin arka kapısı tamamen açık bir şekilde onu bekliyordu. Dışarıda gözleri alacak kadar parıldayan bembeyaz ışığa doğru yürümeye başladı…

Plazanın altıncı katında bulunan kliniğin en güzel odası olan ve duvardan duvara camla kaplı odayı muayeneleri gerçekleştirdiği oda olarak kullanıyordu doktor Engin bey. Kapının tam yanında hastaları için ayrılan masif maun koltuk ve diğer köşedeki doktor masasının karşı çaprazlarında bulunan camdan duvar sayesinde dışarıdan vuran şehrin ışıkları odada gün boyu ferah bir ortam oluşturuyordu.

Hiç de güneşli bir gün değildi o gün. Hatta son bir saat içinde gökyüzü bir anda kapkara bulutlarla kaplanmış, hafiften yağmur damlaları camlara vurmaya başlamıştı. Uzaklardan gelen gök gürültüleri bile duyuluyordu.

Neyse ki bugün başka bir hastamız yok, trafiğe takılmadan bir an önce eve dönmek lazım.” diye geçirdi içinden camdan dışarı bakarken.

O esnada şiddetli bir sesle çınladı her yer. Gökyüzü bir anda bembeyaz oluverdi. Oldukça yakın bir yere yıldırım düşmüştü. Dışarıdan araçların alarmları çalmaya başladı. Odayı aydınlatan lambalar yanıp söner gibi oldular önce ve ardından tamamen karardılar. Henüz öğle saatleri olmasına rağmen dışarıda hava kararmış, sokak lambaları sönmüş, dışarıdaki binalarda neredeyse tek bir ışık belirtisi bile kalmamıştı.

Odanın kapısı ani bir şekilde çalınarak hızla açıldı. İçeri giren hemşire endişe dolu bir yüzle sesi titreyerek konuşmaya başladı:

Jeneratörler devreye girmiyor doktor bey!

 

5.

Önceki günün aksine masmavi gökyüzünde tek bir bulut bile yoktu o sabah.

Dün bu taraflara gelmek isteseniz bir tekne yüzdürmeniz gerekirdi koskoca bulvarda, hanımefendi.

Altmış yaşlarındaki taksici yolun kenarında bir ağacın önüne duran sahipsiz plakaya işaret ederek devam etti:

Allah sizi inandırsın, otuz yıldır taksiciyim ama ömrümde dünkü gibi bir fırtına görmedim. Kaç araba yollarda kaldı bir bilseniz. Mutlaka duymuşsunuzdur, buraya çok yakın bir trafo binasına yıldırım bile düştü. Düştü düşmesine de ne itfaiye ulaşabildi zamanında oralara, ne de ambulans. Elektrikler kesildi, trafik ışıkları çalışmıyor, araçlardan bazıları su içinde kalınca trafik de felç oldu haliyle! Ben de bir müşteri taşıyordum o esnada. Az bir mesafe kaldı ama yollar kapanmış, yürümüyor ki. Göz gözü görmüyor. Aynadan bakıyorum, müşteri çok rahat, elinde küçük bir kitap, arka ışığı açmış okumaya devam ediyor. Dayanamadım sordum. Hemşerim, dedim trafik felç olmuş, hiç mi endişe etmiyorsun? Adam yabancı bir konsolosluk görevlisi çıkmasın mı! Esmerce bir adam aslında, bilemedim tabi. Türkçesi fena değildi ama. Uzun süredir görev yapıyormuş buralarda. Dedi ki, her fırtınadan sonrası sessizliktir, sadece sabredenler kavuşabilir ona. Sonra bir de hikâye anlattı. Başınızı ağrıtmıyorumdur umarım…

Önceki akşam aracını iş yerinde bırakan doktor Sezen hanım için sabah işe gelebileceği tek vasıta taksiydi. Başını yana sallayarak devam etmesi için izin verdi taksiciye.

İsa peygamber ve havarileri kalabalık bir topluluğa vaaz verdikten sonra, geceyi karşı kıyıda bir köyde geçirmeye karar vermişler. Bindikleri tekne ile denizi geçerken tıpkı dünkü gibi büyük bir fırtına başlamış. Sağa sola yatan teknenin batacağından endişelenen havarileri bir ölüm korkusu sarmış ki sormayın! Oysaki çok yorgun olan İsa peygamber güvertenin altında fırtınaya aldırmadan uyuyormuş. Havariler korku içinde onu uyandırarak fırtınayı neden umursamadığını sormuşlar. Havarilerine kızan İsa peygamber, onların inançlarının ne kadar zayıf olduğu söyleyerek hayıflanmış. Çünkü, kuvvetli bir inanca sahip bir kul olsalarmış fırtınaya izin verenin de, onu durduracak olanın da mutlak gücün sahibi olduğunu bilmeleri gerekirmiş.

Kliniğe geldiğinde sekreteri çoktan kahvesini hazırlamış, o sabahki gazete ile randevu defterini masanın üzerine yerleştirmişti. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra randevu programına baktı. İlk randevu yarım saat sonraydı. Eline gazeteyi alarak göz atmaya başladı. Sürmanşet verilen dünkü fırtına haberi gazetenin ilk sayfasının tamamını kaplıyordu. İç kapakta magazin haberleri, üçüncü sayfada ise kaza ve ölüm haberleri yer alıyordu.

Üçüncü sayfanın sol üst köşesinde ‘Talihsizliği böylesi’ manşetli haberde, “Oğlu trafik kazasında öldükten bir hafta sonra aynı caddede karşıdan karşıya geçen adam hayatını kaybetti” alt başlığıyla devam eden bir haber vardı. Haberin sağ tarafındaki diğer habere ait fotoğraf dikkatini çekti o esnada.

Olamaz!” diye mırıldandı. Eline telefonu aldığında dudaklarını ısırdığının farkında bile değildi.

Aradığınız numaraya ulaşılamıyor.

Yerinden kalkarak hızlı adımlarla sekreterinin yanına gitti.

Doktor Engin beyin kliniğini arar mısın hemen, kendisine cebinden ulaşamadım.

Kısa bir süre sonra sekterin cevabı olumsuzdu: “Cevap vermiyorlar, efendim.

Masasının başına dönerek tekrar gazeteyi eline alıp okumaya başladı.

Taksirle ölüme neden olmak suçuyla göz altına alınan doktorun soruşturması devam ediyor. Kliniğinde gerekli tedbirleri almayarak hastasının ölümüne sebep olmakla suçlanan doktor E.K.’nın savunmasında, doğal bir afet sonrası bölgede yaşanan elektrik kesintisinden kendisinin sorumlu tutulamayacağını belirttiği ifade ediliyor. Önceki gün bir hipnoz seansı sırasında hayatını kaybeden H.Ş.’nin şüpheli ölümü üzerine soruşturma başlatan savcılık…

10 Nisan 2025

Prof. Dr. Mustafa Zihni TUNCA