Yine Yeni Yeniden…

Daha önce de paylaşmış olduğum yazılarımdan da anlaşılabileceği üzere soyut duyguları ifade etmeye çalışmak, onları ete kemiğe büründürmek ilgi alanıma giriyor. Bilindiği üzere salgın dönemi çalkantılarla zaman zaman kayıplarla, öğretilerle bir şekilde devam edip gidiyor. Görünen o ki bu durum küresel bir dalga halinde yayılan ve bizleri tarihin geçmiş salgın efsanelerini aratmayacak endişeli bir bekleyişin içine sürükleme konusunda direncini koruyor.

Tozu dumana katıyor bir yandan… Anlamsız bulduklarımıza anlam, değerli bulmadıklarımıza değer ve kaybettiklerimiz ile yeniden bir biz meydana getiriyor. Ben değişemem diyenleri bile bir şekilde değişime zorluyor ve başarıyor. Tüm bunları gözle görülmeyen, nerden geldiği ya da neyin sebep olduğu şehir efsaneleri gibi kulaktan kulağa yayılan virüs mü yapıyor? Şu günlerde bu sorunun cevabı meçhulde gezinmeye devam ediyor.

Belki de bir çok atasözünü ya da kalıplaşmış ifadeleri doğruluyor… Farklı dillerde ifade edilen ancak tüm insanlığın adeta ortak dili olan ve ortak bir paydada birleştiren ifadeler bunlar. Örneğin, değerini kaybetmeden önce anlamak, takdir etmek, şükretmek, affetmek, içtenlikle kabullenmek, çantada keklik görmemek ve son olarak her şeyin bir sonunun olduğunun bilincinde olarak yaşamak.

Bilinmeyenlere karşı savaş açmak ve kaybetme korkusu ile panik bozuklukları arasında kaybolmak. Tüm bunları yaşarken telefonumuza, televizyonumuza gelen son dakika vaka sayılarının artışı haberine sürekli kulak kabartmak… Duyduklarımızın çok kolay etkisine kapılabilmek. Son olarak olası yeni bir ben oluşumuna merhaba demek ve alışma sürecini iyi yönetebilmek…

Yeni bir oluşumla yeni bir değerlendirme sürecine girebilme şansımızın olduğu şu dönemin yapıcı ve yıkıcı sonuçlarını bir yanda tutarsak ve özellikle yapıcı yanlarına odaklanabilirsek sanıyorum elimizde ömrümüzün geri kalanına yetecek faydalı birçok öğreti kalmış olacak. Önceden kızdıklarımıza hoşgörü, asla affetmem dediklerimize bir şans daha, bardaktan boşanırcasına yağan yağmurun altında bile olsa bir dolaşıp nefes alma, doğayı fırsat buldukça daha çok ziyaret etme ve büyüleyici güzelliklerine şükür duygusu ile yine yeniden bağlanma…

Tüm bunları bir kez daha düşünmek ve yeniden başlamak. Belki daha memnun, daha minnettar, daha paylaşımcı, daha sevgi dolu ve en önemlisi daha hoş görülü yeni bir ben olarak başlayabilmek… Ve tüm bunları tecrübe edecek olmanın heyecanı ile her yeni güne bir an önce başlamak için belki daha az uyumak…

Eskiden kızdıklarımızı ya da kırıldıklarımızı düşünecek çok fırsatımızın olduğu bu dönemde belki bazı çıkarımlar bile yapmış olacağız. Ve sonunda belki de asıl üzücü olanın karşımızdaki insanın kendine yakışmayanı yapmasının değil, bizim karşı tarafın tutumuna göre kendimize yakışanı yapmamamız olduğunu fark edeceğiz…

Bir başka deyişle, kırılmamızın acısını kırarak çıkarmamız gerektiği öğretisinin doğru olmadığını ve bu durumun değişebileceğine fırsat verebileceğimiz bir sürece gireceğiz. Hepimizin hayatında süre gelen rutinleri var hatta öyle ki bizi yakından tanıyanlar hangi olaya nasıl tepki göstereceğimizi ezbere bilen dostlar var. Kimi zaman kırdığımız kimi zaman kırıldığımız dostlar var.

İşte bu süreç tam da analiz ve sentezin yapılabildiği ve belirli sonuçlara karşı bir yol haritası çıkaran bir süreç… Bu harita sayesinde artık beklenmedik krizlerin üstesinden gelebilmek, hata yapmak ancak öğrenebilmek, kırılsak da daha fazla hoşgörü ile gönül kazanabilmek… Yola hep sevgi ve dostlukla devam edebilmek…

Her zor da bir kolaylık, her üzüntü de bir sevinç, her kötüde bir iyiyi görebildiğimiz ve farkındalığımızın artabileceği şu salgın sürecinin sonuna geldiğimizi ümit ederek yazımı tamamlamak istiyorum… Virüsler gelecek, felaketler olacak, yağmurlar yağacak, fırtınalar kopacak ama yeniden güneş doğacak…

Sosyal mesafenin korunmaması durumunda bize zararı olmayacak olan umudumuza sarılıp beklediğimiz salgın döneminin çok yakında bitmesi dileğiyle…

Dr. Öğr. Üyesi Tuğba ERHAN