Ahlâkî bilincin kaybolması…

İNSAN başıboş bir varlık olmadığı gibi, davranışlarında da gelişigüzel değildir. Ahlâk dediğimiz insanî tecrübe, davranışlarımızı vicdan temelli olarak sürekli olarak sorgulamakta, eleştirmekte ve değerlendirmektedir. Sahip olduğumuz ahlakî bilinç sayesinde iyi ve kötü birbirinden ayırt edilebilmekte, karıştırılabilmekte veya ihmal edilebilmektedir. İnsanın sahip olduğu iyi ve yanlış duygusu ve düşüncesi, içinde bulunulan topluma ve kültüre göre değişmektedir. İnsanın kişiliği geliştikçe veya geriledikçe, kişinin sahip olduğu ahlakî bilinç ve vicdan da gelişmekte veya körelmektedir. Ahlâkî bilince ve vicdana sahip olmak, kişinin kendisini doğrudan ve doğal bir şekilde yargılaması, değerlendirmesi ve anlamlandırmasıdır.

***

Vicdan duygusunu ve ahlâkî bilinci, bize veren toplumdur. Ahlâkî bilinç ve vicdan, kafada olup biten bir durumdur. İnsana, topluma, tarihe ve doğaya dair inançlarımız, vicdan ve ahlakî bilincimizin şekillenmesini sağlamaktadır. İnsan,  vicdanını ve ahlakî bilincini kendi içinde inşa etmektedir.

Sahih bir vicdanı inşa edecek olan şey, akıl, bilgi ve birikimdir. Akıl, bilgi ve birikim olmadan, insanın vicdanlı ve ahlâklı olması mümkün değildir. İnsan, aklı sayesinde vicdan ve ahlâk sahibi biri olabilir. Aklını yitiren, çılgın olmayı tek meziyet sayan kişilerin, vicdanla ve ahlâkla hiçbir ilişkileri bulunmamaktadır.

Vicdan ve ahlâk bilincinin kaynağı, insanın dışındaki sahte  otoriteler,  kurumlar ve kişiler değildir. İnsan, kalbini ve aklını işledikçe ahlâkî bilinç ve vicdan sahibi birey olmaktadır. Kanunlar, kurumlar ve kişiler, insanı vicdan ve ahlâkî bilinç sahibi bireyler haline getirmeye yetmemektedir. İnsan, özgürlüğünü kullanarak özgün  bir ahlâkî bilince sahip olabilir.

Özgürlüğün yokluğu, ahlâkın ve vicdanın yokluğudur. Ahlâklı ve vicdan sahibi olmanın en temel şartı, var olana dayalı olarak kendimizi sürekli yenilemek,  dünyaya olan bakış açımızı değiştirmek ve bütün canlılar âlemine karşı merhametle, dayanışmayla ve iş birliği yapmayı gerektirmektedir. Vicdan ve ahlâkî bilince sahip olmak için bilgiye, birikime ve arayış içinde olmaya ihtiyacımız vardır. Bilgiyi, bilinci ve buluşu keşfetmek için, insanlığın tecrübesine ihtiyaç vardır.

***

Vicdan ve ahlâkî bilinç sayesinde kendimizin ve diğerlerinin özgünlüğünün farkına varıyoruz. Vicdan ve ahlâkî bilinç ortadan kalktığında, kendimizden  farklı olana zulmetmeyi kendimizin meşru hakkı olarak görme şeklinde bir sapkınlığa düşebiliriz. Vicdan ve ahlâkî bilinç, farklı olarak ötekinin değerli olduğunu ve farklı olanla ahlâk ve hukuk içinde yaşamanın insan olmanın gereği olduğunu bize öğretmektedir. Amerikalı barış ve insan hakları aktivisti Rachel Corrie’nin hikâyesi, bu bağlamda anlaşılmalıdır. İsrail buldozerlerinin Filistinlilerin evlerini yıkmasını engellemeye çalışırken katledilen Rachel Corrie, ötekinin varlığını ve kuşatılmışlığını, derin ahlâkî bilincinde sahici bir şekilde hissetmiş bir hukuk, ahlâk ve barış insanıdır. Corrie, kendisinden farklı olan insanların can ve mal güvenliğini ortadan kaldıran zulüm karşısında hissettiği derin kuşatılmışlığı şöyle ifade etmektedir:

“İnsanların yaşama kabiliyetlerinin sistematik bir şekilde yıkılmasına şahitlik ediyormuşum gibi hissediyorum. İnsanlarla akşam yemeğine oturuyorum ve bazen şunun farkına varıyorum: Kocaman bir askeri makine bizi kuşatmış ve bu makine, birlikte yemek yediğim insanları öldürmeye çalışıyor.”

***

Ahlâkî bilinç, Corrie’yi yüksek  ve olgun bir  vicdan düzeyine  ulaşmasını sağlayan şu zirve noktaya getirmiştir: “Zulüm bizdense ben bizden değilim.” Zulüm karşısında kendine saplanmak ve yok olmak yerine, zulme maruz kalan ötekinin yanında olmak suretiyle özgürleşmek, olgunlaşmak ve  değerli olmak suretiyle yeni bir insani hayat pratiği oluşturulabilir.

Güç, çıkar ve  hakimiyet için yapılan mücadelelerden ve kavgalardan ahlâkî bilinç ve vicdan çıkmamaktadır. Güç ve hakimiyet için vicdan dahil bütün ahlâkî bilinç hadım edilmektedir. Güç, çıkar ve hâkimiyet için zulüm yapmayı, bizim ve bizden olanların imtiyazı olarak görme şeklinde bir yanılgıyı doğru sanabilmekteyiz.

Güç, çıkar ve hâkimiyet mücadeleleri, vicdan ve ahlâkî bilinçten yoksun oldukları için barış, hukuk ve özgürlük üretmemektedirler. Güç, çıkar ve hâkimiyet kavgaları, insanları şiddete, savaşa, çatışmaya,  gerilime, sefalete ve kaosa mahkum etmektedir. Barışa, hukuka ve ahlâka dayalı bir hayatın gerçekleştirilmesi, “zulmü yapan biz olduğumuzda, bizden olmam”a şeklinde Corrie’nin sahici insan olgunluğunu örnek almaktan geçmektedir.

Prof. Dr. Bilal SAMBUR