Avrupa Birliği “Yaptırırım” Derse…

Bugün ülkelerin ilk iletişim aracı ticaret olmuştur.  Sonrasında turizm, iş gücü paylaşımı.. Derken suyu, havası, denizi ile etkileşime mecbur durumdadır.  Devletler arasında hiçbir ilişki bir anda başlamadığı gibi bir anda da kesilmez. O halde 24 Eylül’de AB yaptırımlarının görüşüleceği toplantı öncesi, genel bir durum değerlendirmesi yapalım.

Dış Ticaret

Türkiye ihracatta 200 milyar dolar; ithalatta 300, toplam dış ticaret hacminde de  500 milyar dolara varan bir ekonomik hacmi ile bölgesinde önemli bir ekonomidir. Bu ticaretin %50’sinden fazla bir kısmı Avrupa Birliği ülkeleri ile gerçekleşmektedir. Bugün  Türkiye’nin ihracatçı şirket sayısı 100 bine ulaşmak üzeredir. Bir o kadar da ithalatçı şirket bulunmaktadır.  Dolayısıyla ihracatta başta Almanya olmak üzere, İtalya ve İngiltere Türkiye’nin önemli ticari ortaklarındandır. Listeyi hammadde, yarı amul, yedek parça diye saymadan sadece mal ticareti  demek yeterlidir.

Turizm

AB ile olan ilişkilerin özellikle turizm kısmı da dikkat çekici durumdadır. Türkiye’ye 2019’da gelen 52 milyon turistin ¾’ü Avrupa ülkelerinden olmuştur. Türkiye bu hedefi kolaylıkla 75 milyon kişiye taşıyabilecek durumdadır. Bu durumda Avrupa’dan ülkemize gelen turistin 50 milyon kişiye ulaşması hiç de şaşırtıcı olmayacaktır. Beş Yunanistan büyüklüğünde bir turisti ağırlayan Türkiye’nin elbette “sayısal olduğu kadar siyasal” ağırlığı da olacaktır.

Dış Borçlar

Türkiye özel sektör borçları itibariyle 250 milyar dolar bir yük altındadır. Bu rakamın %80’i Avrupa bankalarına olan borçlardır. Devlet borcu açısından olay değerlendirildiğinde yekün 150 milyar dolar kadardır. Burada da Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye’den alacaklılar listesinde, ilk sıralarda yer almaktadır. Bu borçların ödenmesi konusunda sıkıntı yaşandığında, söz konusu yaptırımların etkisini tekrar AB açısından sorgulamakta fayda vardır.

Avrupa’daki Türk Şirketleri ve Türk Sermayesi

Uzun yıllardan beridir Avrupa ülkelerinde, KOBİ’ler arasında Türk kökenli vatandaşlarımızın  kurduğu işletmeler önemli başarılar sergilemektedir. Bu işletmelerin zaman zaman yılın KOBİ’si ya da çeşitli başarı faktörleriyle ödüllendirildiği görülmektedir. Bu işletmeler ticaret yaptığı kadar istihdam oluşturmakta ve bulundukları ülkelere ciddi katma değerler sağlamaktadır.

Şimdi olayların seyrini yeniden ele alalım.  Almanya Şansölyesi MerkeL, giderayak bütün AB ülkelerinin Yunanistan’ı desteklemesin söylemiş. Avrupa ruhuna uygun, “ Antik Yunan” ekmeğini bolca yiyen Yunanistan’a da “uygun” bir açıklama. 1830 tarihli Londra Protokolü’ne Rusya, İngitere ve Fransa imza koymuştur.  Sonuçta garantör ülkelerden farklı bir yerden bir kral olarak, Bavyera kralının 16 yaşındaki oğlu “Otto,”  1832’deki Londra Anlaşması ile 1833’te Moro yarımadasında kurulan ilk Yunan devletine kral olmuştur. AB cephesinde tam saha destekli, böyle bir geçmişe sahip Yunanistan’a, AB ülkeleri nasıl  destek olur, göreceğiz. Almanya,  AB ülkelerinden destek isterken,  acaba “ekonomik yaptırımları” mı kast etti? Yoksa yakında yapılacak seçimler için bir manevra mıdır?

sözün özü şu ki “AB yaptırım falan uygulayamaz, geçelim bunları!..”

Öncelikle “oybirliği kuralı.”  AB’de bu tür kararlar oybirliğine muhtaçtır.  Oy birliği ile bu karar çıkmaz, ölü doğar. Üç sebepten olmaz: ilk olarak bu  ticari potansiyel çok büyük, ikinci olarak firma sayısı, istihdam ve finans olarak bileşenleri çok fazla. Son olarak devir o devir değil: “pandemi zamanı” ambargo mu sıktı? Bu durumun maliyeti AB’ye pahalıya patlar…

Başta belirttiğimiz ticari ortaklık konusuna gelince… AB ile yapılmakta olan 100 milyar dolarlık ihracat, 150 milyar dolarlık ithalat ekonomilerin dip yaptığı bu dönemde, göze alınır bir durum değil. Amaç nedir, Türkiye’yi batırmak mı? İlber hocanın kulaklarını çınlatalım:  “Türkiye batarsa dünya taşar.”

Hiçbir kriz sadece o ülkede yaşanmaz. Türkiye’nin içine sokulmak istendiği durumda ekonomilerde “afat” yaşanır. Krizin yayılma ve bulaşma etkisi ile bütün çevre etkilenir. Tamam!…  Türkiye bundan zarar görür ama hatırı sayılır bir ekonomik faaliyet içinde olduğumuz Avrupa ülkeleri de bundan derin yaralar alır. Bu ekonomik savaş, göze alınacak bir durum olamaz. Bırakın ticaret yapmayı, borçların ödenmemesi bile ciddi finansal riskleri beraberinde getirir.

Avrupa’da yaşayan Türk vatandaşları her seçim döneminde hatırlanmış dahi olsa.. önemli bir oy potansiyelidir. Avrupa’daki Türk kökenli işletmeler kadar; Türkiye’deki Avrupa kökenli işletmeler için de öngörülemeyen pek çok risk mevcuttur..

Mülteciler konusu başka bir tehdit. Türkiye her ne kadar serbest bıraktığını ifade etse de yine de belirli bir kontrol ve  filtre sistemi işletilmektedir. Dolayısıyla Avrupa ve Türkiye’nin kaderi “yaptırımlara ve  ambargolara dayalı değil işbirliklerine bağlı” olarak gelişmek zorundadır.

Bakmayın siz, Avrupa içinden birtakım cahillerin dile getirdiği “üst perdeli söylemlere!” Herkes seçim zamanı fazlasıyla “aslan”  kesilir.  Gerek AB ülkeleri gerekse Türkiye içinden, olan bitenin olduğu kadar, olacakların da farkında olan bir akl-ı selim mevcuttur.

Son olarak Yunanistan’dan alacaklarını tahsil etmekte güçlük çeken Alman bankalarının Yunanistan’ı koç başı olarak kullanıp; yeni elde edeceği varlıklar yöntemiyle alacaklarını garanti altına alma girişimini de göz ardı etmemek lazımdır. 11 milyonluk Yunanistan’ın neredeyse Türkiye kadar borcu vardır ve bunu bu varlıkları ile ödeyebilmesi mümkün değildir. Deniz Yetki Alanları ve MEB ilanının arka yüzünde bu konular da bulunmaktadır. Avrupa ülkeleri kendisini dolandıran Yunanistan’a çökmüş vaziyettedir. Yunanistan da Akdeniz’de  destekçilerine alan açmaya çalışarak “intihar dalışı” yapmaktadır.

Prof. Dr. İbrahim Attila ACAR