Şiddet, eşitlik ve insanlık

Hayatın her alanında yoğun bir şiddet kuşatılmışlığı içindeyiz. Çok basit nedenlerden dolayı vahşice birbirlerine saldırabilen insanların haberleri, medyaya yansıyabilmektedir. Kurban payı kavgasından park ücreti tartışmasına kadar günlük hayatımızda her şey, şiddete maruz kalmamızın bir gerekçesi olabilmektedir. Şiddetin sıradanlaştığı günlük hayatımızda temel sorunun çok daha derinlerde olduğunu konuşmamız ve sorgulamamız gerekmektedir. Aile içinde kurumsallaştırılan ve toplumun her yanına yayılan şiddet, karşılaştığımız en önemli sorundur. Bütün sorunların kaynağının şiddet olduğunu görmezden gelerek, şiddet mağdurlarının hedef haline getirilmesi şiddet konusunda yapılacakları anlamamıza engel olmaktadır.

Kadına karşı gerçekleşen erkek şiddeti, toplumsal hayatımızın her alanını yozlaştırmaktadır. Kadına karşı gerçekleşen erkek şiddeti gerçeğini tanımadan ve bu karanlık tarafımızla yüzleşmeden, “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi” (İstanbul Sözleşmesi) üzerinde verimsiz, yıkıcı, ilkel ve fahiş polemikler yapmanın hiçbir anlamı ve işlevi yoktur. Bütün kötülüklerin kaynağı aile içinde ve dışında kadına karşı erkeklerin yaptığı şiddettir. Erkekler rehabilite edilmeden, toplum olarak normalleşmemiz mümkün değildir. Erkekler, kadınlara yönelik şiddet yapmadan onlarla nasıl bir arada yaşayabileceklerinin yolunu bulmalıdırlar ve bunun için kendilerini geliştirmelidirler. Erkeğin ve erkekliğin şiddetten arındırılması şeklinde zor bir meydan okuma önümüzde durmaktadır.

Hiçbir insan, bir diğer kişinin mülkiyetinde olan arsası değildir. Erkek, kadının onur ve özgürlük sahibi bir birey olduğunu kabul etmelidir. Kadını sadece dişi olarak gören yaklaşım terk edilmeli, kadının kişi olduğu tanınmalı, içselleştirilmeli ve kabul edilmelidir. Kadın, erkeğin malı değildir. Kadın, erkeğin ailedeki malı veya evde bulunan bir aksesuar malzemesi de değildir. Aile, kadın ve erkeğin, hukuk çerçevesinde hayatı paylaştıkları bir platformdur. Erkeğin, aile platformunu kadına tahakküm etmenin bir imkanı olarak istismar etmesi, kadın ve erkeğin bir arada yaşamasını imkansız hale getirmektedir. Evi ve aileyi yıkan en önemli faktör, şiddettir. Erkek ve kadının en önemli görevi, hiçbir şekilde evin içine şiddeti sokmamaktır ve aileyi şiddet üzerine bina etmemektir.

İnsanın insana şiddet yapmasının hiçbir meşru gerekçesi olamaz. Irkı, dini, dili, rengi, kültürü ne olursa olsun bir grubun şiddete maruz kalması ve yaşam hakkının ortadan kaldırılması, hukukla, insanlıkla ve ahlakla bağdaşmamaktadır. 3 Temmuz 2020 tarihinde yayınlanan Erkek Şiddeti Çetelesi, Haziran 2020 verilerine göre erkekler, 21 kadın ve üç çocuğu öldürdü, 46 çocuğu istismar etti, 7 kadına tecavüz etti, 13 kadına tacizde bulundu ve 61 kadına şiddet uyguladı. “Bir insanın hayatını kurtarmanın bütün insanlığın hayatını kurtarmak, bir insanın hayatını ortadan kaldırmanın bütün insanlığın hayatını ortadan kaldırmak olduğunu” sahici anlamda idrak etmek gerekmektedir. Şiddet ve nefret kültürü, yaşatmıyor, öldürüyor.

Fahişe gibi kavramları kullanarak insanları birbirine karşı kışkırtmaktan başka entelektüel ve toplumsal hayatımıza hiçbir katkısı olmayan provokatörler ve ajitatörler, insanları damgalamaya, susturmaya ve ötekileştirmeye devam etmektedirler. Kültür savaşları yaparak kadın ve erkeğin birlikte geliştiği sahici bir toplum haline gelmek mümkün değildir. Fahişe gibi kavramları kullanarak kadına karşı şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesine yönelik neler yapılması gerektiğine dair sağlıklı bir tartışmanın yapılması mümkün değildir. Kadına karşı şiddetin önlenmesi ve evlerimizin içinin şiddetten arındırılması için birbirimizi damgalama ve ötekileştirme hastalığımızı konuşmalı, ekonomik yoksunluk ve yoksulluk sorunlarımızın nasıl düzeltileceği üzerinde düşünmeli, erkek kimliğini şiddetin kaynağı haline getiren sosyal ve kültürel yapıyı sorgulamaktan kaçınmamalıyız.

Erkek, kadına şiddet uygulama hakkına sahip olmadığını öğrenmelidir. Erkeği kadından uzaklaştıran şey, erkeğin kadına şiddet uygulamasıdır. Erkek, evden ve kadından uzaklaştırılmak istemiyorsa şiddete yönelmemelidir. Aile yapısını bozan şey, erkeklerin eşlerine ve çocuklarına şiddeti kendileri için meşru bir hak olarak görmeleridir. Aile içinde gerçekleşen şiddetin kol kırılır, yen içinde kalır tarzında saklanmasını, örtülmesini, konuşulmamasını erkekler isteyebilmektedirler. Erkeklerin ev içinde yaptıkları şiddetten dolayı cezalandırılmamalarını isteyen erkeklerin sayısı, az değildir. Ev içi şiddet ve kadına karşı şiddet, bir insanlık suçudur ve cezasız kalmamalıdır.

Kadın ve erkeğin ekonomi, eğitim, çalışma, siyaset, medya, sanat başta olmak üzere hayatın her alanında eşit fırsatlara ve imkanlara sahip olarak katılması, insanlığımızı güçlendirecektir. İnsan olmak, kadın ve erkeğin, hayata aktif katılımını gerektirmektedir. Yapay kurgular, sınırlar ve kalıplar, kadını erkeğin gerisine düşürmemelidir. Erkek, hiçbir şekilde kadının insanlığını zayıflatacak şiddet suçlarına yönelmemelidir. Kadını hedef alan erkek şiddetiyle ve nefretiyle ilerlemek, gelişmek ve normalleşmek mümkün değildir. İlerlemenin ve gelişmenin yolu, kadını şiddetten korumak ve hayatın her alanını kadınların aktif katılımına ve katkısına açmaktan geçmektedir.

Prof. Dr. Bilal SAMBUR