Marka olmak ya da olmamak

Ticari hayatta kalmanın öneminin farkında olanlar için marka olmak, marka oluşturmak olmazsa olmazdır! Çünkü markalaşmak pazara girmek ve pazardaki rakiplerle mücadelede avantaj sağlamak bakımından hatta öne geçmek için hayati önem taşıyor. Bugün esasen tüm sektörler için “markalaşma” konusu ilk sırada yer alıyor yada alması gerekiyor. Tabii marka olmak için farkında olmaktan daha önemlisi ileriye doğru olduğu kadar, geriye doğru da özgün ve nitelikli bir birikimi gerektiriyor ve vizyon gerekiyor. Özellikle tarım gibi geçmişe dair özgün geleneksel değerlerden beslenen sektörlerde, geçmişteki birikim, hikaye ve özgünlük markalaşma çalışmalarında büyük avantaj sağlıyor. Ancak bu durum, yeni bir marka oluşturmanın mutlaka geriye dönük verilerden beslenmesini zorunlu kılıyor anlamını da çıkarmıyor. Pek çok örnekte de görüldüğü gibi günümüzde farklılaşarak ve benimsenen değerlerin öne çıkarılmasıyla yeni bir marka inşa etmenin mümkün olduğu görülüyor ve bu alanda çalışan profesyoneller konuyla ilgili önemli gelişmelere imza atıyor.

Marka güvenin, strateji ise güveni tesis etmenin bir aracı olarak öne çıkıyor ve kalıcı ve güçlü bir marka olmak için üretimi gerçekleştirenlerle tüketicilerin birlikte yapılandırdığı bir sürece, birbirini besleyen ve destekleyen bir ekosisteme ihtiyaç bulunuyor. Tabii burada kararlılık, sürdürülebilirlik, zaman yönetimi ve tutarlılık büyük önem arz ediyor. Özellikle sürdürülebilirlik için bilinen yöntemler ve kavramların (Tanı, Tanımla, Tanıt, Farket, Farklılaştır, Farkına vardır, Algıla, Algı oluştur, Algılat, Dinle, Düşün, Değerlendir, Unutma, Unutturma, Uslanma) özümsenmesi gerektiğini unutmamak gerekiyor.

Siz markalaştıramadıklarımızdan mısınız?

Tabii marka olmayı ilk sıraya koyanlar yanında, son sıraya hatta sıraya dahi koymayan bir anlayışın olduğu da biliniyor. Bu durum firmanın piyasadaki konumu örneğin tekel(monopol) olmak gibi, yada sektörel özellikler ve alışkanlıklarla ilişkili olabiliyor. Bu kapsamda geleneksel üretim sistemi içinde kendi yer ve konumunu devam ettirmekte bir güçlükle karşılaşmayanlar, rakibi olmayanlar, hedef büyütmeyi düşünemeyenler benzer bir anlayışla süreçte yer alabiliyorlar. Monopol ve türevleri olan piyasalar dışında çeşitli gerekçelerle markalaşmanın karşısında olan markalaşmayı gereksiz gören anlayış halen markalaşmanın önünde önemli bir handikap olarak durmaktadır.

Yerellik ve küresellik uyumu yada açmazı!

Küresel rekabetin aktörleri sanılmasın ki sadece kendi aralarında büyük pastadan pay almak için rakipler. Uzunca bir süredir yerelde olanla da ilgililer ve küçük ve de yerel girişimcilerin büyük küresel rakipleri var. Hatta potansiyel görülen alanlarda lokal işletmeler büyük balıklar tarafından avlanır durumdalar. Kısaca yerel işletmelerin rakipleri artık rekabet edebilecekleri kadar küçük ve eşdeğeri olan işletmelerden oluşmuyor. Bu bakımdan yerel işletmelerin de global işletmeler gibi “Küresel düşün, yerel davran!” ilkesini dikkate almaları, hatta daha fazla bu konuya ilgi göstermeleri gerekiyor. Yani; “yerelim, yöreselim ama küresel rakiplerim var ve bu şartlara göre kendimi konumlandırmalıyım,” noktasına gelmeleri gerekiyor. Bu sürecin uzun yıllardan beri yaşandığı ve esasen yeni olmadığı söylenebilir. “Yerelleşen küresellik” olarak yada glokolizasyon olarak isimlendirilen bu dönem; büyük işletmelerin küresel rekabette ve markanın devamlılığını sağlamada yerel hassasiyetleri olduğunu gösteriyor ve ayrıca bir bakıma yerel işletmelerinse küresel rakipleri olduğunu ifade ediyor. Burada son yıllarda Türkiye’de de önemli gelişme sağlanan Coğrafi İşaretler (Geographical indications) ve patent konusu üzerinde durmak gerekiyor ve özellikle yöresel ürünlerin markalaşmasında kullanılabilecek olan en etkili uluslararası araçlardan birisi olarak Coğrafi İşaret(Cİ) tescili konusunun yaygınlaştırılması çok büyük önem taşıyor.

Görüldüğü gibi küreselleşmek için yerelleşmek, yerelden güç almak, yereli anlamak ve yerele hakim olmak gündemde olmaya devam edecek. Tabidir ki; yerel kalarak küresel rekabete kapalı olmak için bazı önlemler ve korumacı politikalar geliştirilebilecek olsa da, yerelliği koruyarak küresel rekabete hazır olmak en doğru yöntem olacaktır. Burada markalaşmanın ve marka olmanın getirilerinden yararlanmak yönündeki girişimlerin ilgili sektör aktörlerine büyük avantaj sağlayacağını söylemek doğru olacaktır.

Bu alandaki gelişmelerin ise “ürünlerini markalaştıranların markalaştıramayanlara örnek olması” şeklinde cereyan etmesi beklenmektedir. Çünkü küresel rekabetin hüküm sürdüğü bu dönemde girişimciler markanın getirilerinden haberdar oldukça konuya ilgi duyacaklar ve beklenen tepkiyi girişimci olarak verecekler ve harekete geçeceklerdir. Bunun için markalaşmanın iş geliştirmenin ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğinden hareketle girişimciler zaman içinde doğru stratejiler geliştirerek sürecin içinde konumlanacaklardır. Tabii burada kamunun ve sivil toplumun yönlendiriciliğinin ve süreci hızlandırıcı etkilerde bulunmanın ne kadar önemli olduğu açıktır.

Prof. Dr. Orhan ÖZÇATALBAŞ