Arefe Günü

AREFE GÜNÜ [1]

Tahirü’l-Mevlevî

Yay. Haz.: Âdem EFE [2]

Bu tabiri biz Ramazanın son gününde de kullanıyoruz.

Halbuki: Arefe günü fetha ve harf-i tarifsiz, (Arife değil Arefe ve artikelsiz, AE) Zilhicce ayının dokuzuncu günüdür ki hacıların Arafat’ta durma günüdür (Kamus Tercümesi).

Arefe sadak vezninde Zilhicce’nin dokuzuncu günüdür. Ramazan Bayramı’nın karşılığı olarak kullanılamaz (Kitabu’s-Salat).

Ramazan’ın son gününe bile Zilhicce’nin dokuzuna kıyasla arefe denilmesine lügatın müsaadesi olmadığı Hacı Zihni Efendi’nin yukarıdaki ifadesinden anlaşılıyor. Hadi iki bayramın birer gün evveline, yekdiğerine kıyasla arefe günü denilmiş ve herkesçe kabul edilmiş. Bununla yetinirsek de Veille (Fransızca önceki gün demektir, AE) kelimesi arefe diye güya Türkçeleştirip (Harp ilânı arefesinde), (Hızır orucu arefesinde) gibi yazılar yazmasak dilin şivesini muhafaza etmiş olmaz mıyız?

Müdakkik ve muktedir bir zat çıksa da bu gibi tercüme garabetlerini açıklasa ve doğrultsa ne iyi olur.

Arefe Resmi Geçidi

Eskiden Ramazan-ı şerifin sonucu günü ikindiden sonra saray-ı hümayunda bir nevi geçit resmi merasimi gerçekleştirilirdi. Şu şekilde ki: Arz odası önüne bir taht kurulur, saray bendegânı (saraydaki kul, köle ve hizmetçiler) düzen sırasıyla dizilir, ondan sonra padişah arz odasından çıkıp tahta oturur, mehterhane takımı tarafından divan nevbeti çalınır ve duahan tarafından adet olduğu üzere dualar edilir, sonra padişah orada bulunanları iltifatkâr bakışlarla taltif ettikten sonra arz odasına geri dönerdi. Padişahın geliş ve dönüşünde alkış icra olunurdu.

Bunu müteakip gelen selatin camileri hatipleri, Hünkâr imamlarının delaletiyle (Topkapı Sarayı’nın üçüncü avlusunda, arz odasının batısında, Has odanın yanında bulunan ve Enderun ağalarının ibadetlerini yapabilmeleri için Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan saray içindeki en büyük cami, Bkz. Sudi Yenigün, İstanbul’un İncileri Sur İçi Camileri, İBB Yayınları, İstanbul 2013, s. 72, AE), Ağalar Camii Şerifi’ne götürürler ve oradaki mahfil-i hümayuna gelen padişahın iradesiyle Ayasofya hatibinden başlayarak bütün hatipler tarafından birer aşr-ı şerif okunur, okuyuşun bitiminde her birine padişahın özel hediyesi (atiyye-i şahâne) dağıtılırdı.

İmam-hatiplerin arefe günü saraya gidip hediye almaları hala geçerlidir.

Yine Arefe Günü

Kara ve deniz erkân ve askeri emirleri demek olan Yeniçeri Ağasıyla Cebeci başı, Topçu başı, Humbaracı başı, Toparabacı başı, Lağımcı başı, Kul Kethüdası, Sekbân başı, Zağarcı başı, Samsuncu başı (Önceleri pâdişâhın av köpeklerini yetiştirip avlara katılmakla görevli iken daha sonra askerlikle mükellef tutulup Yeniçeri Ocağı’nın 71’inci ortasını meydana getiren yeniçerilere verilen isim, seksoncu, AE) Turnacı başı ve Ocak Kethüdası, sağ ve sol garipler, ulufeciler, sağ ve sol ağaları ile kaptana, reyyale?, patrona bekler ve Tersane Kethüdası, Liman Reisi vs. zabıtlar, arz odasında geçit resmini icra ederlerdi.

Yine o gün padişah, Topkapı Sarayı’nın üçüncü avlusundaki Kasr-ı Hümayun’u teşrifleri ile Silahtar Ağa tarafından takdim edilen ve Baş çuhadar Ağa’nın binmiş haliyle dolaştırılan atı kabul eder, ondan sonra Sadrazam tarafından süslenmiş, donanmış dört at, huzur-u hümayuna arz olunur, bunlar da birinci ve ikinci mirahorun binmesiyle tecrübe edildikten saray ahırına gönderilir, Silahdar Ağa; sunumunun kabulüne teşekkür için ayak öperken Koğuş ağalarının Tomak Oyunu oynamaları istenirdi. (Tomak oyunu Osmanlı Devleti’nin son iki yüz yılında oynanan saray oyunlarından biridir. Sultan I. Mahmut’tan Sultan II. Mahmut’a kadarki Osmanlı padişahlarının bu oyundan çok hoşlandıkları bilinmektedir. Enderunu Hümayun’da oynanan tomak oyunu Yeniçeri Ocağının da idman programı arasında bulunmaktaydı. Tomak oyunu, “tomak topu” ile oynanırdı. Tomak topu, içi kar keçesi ile doldurulmuş, yumruk büyüklüğündeki meşin topun, kamçı şeklinde sırımdan örülmüş bir sapa bağlanmasıyla yapılırdı. Tomak oyununu oynayan oyunculara “tomakçı”, usta oyunculara “tomakçıbaşı” denirdi. Tomak oyunu altışar kişilik iki takım arasında oynanır, bazı durumlarda oyuncu sayısı artırılabilirdi. Oyunculara birer tomak verilir, oyunu idare eden çavuşun işareti ile oyun başlatılırdı. Oyuncular tomak topunu birer kamçı gibi kullanarak birbirlerine hamle yapar ve sırtlarına vurmaya çalışırlardı. Her vuruşa hamle etmek denir, rakip oyuncular da tomak topunu sırtlarına vurdurmamak için kolları ile savunma yapardı. Tomak topu sırtına vurulanlar oyun dışı kalırdı. Çabukluk, çeviklik ve becerinin geliştiği tomak oyununda rakibin sırt bölgesi dışına vurmak yasaktı. Bkz. https://www.tarihbilimi.gen.tr/makale/tomak-oyunu/ e.t: (23.05.2020) AE). Oyunun bitiminde silahdâr aracılığıyla para serpilir ve ağalar tarafından kapışılarak merasime son verilirdi.

[1] Bu yazı, Tahirü’l-Mevlevi’nin, Mahfil, C. 1, S. 1, 1339/1925 Ramazan’a Mahsus Nüsha, s. 178-197 arasındaki uzunca yazısının sadece 195-196 sayfaları arasındaki kısmının sadeleştirilmesinden ibarettir.

[2] Prof. Dr.; SDÜ İİBF Öğr. Üyesi; e-posta: ademefe @sdu.edu.tr