MISIR’DA BAYRAM

MISIR’DA BAYRAM [1]

Reşid Mazhar

Sad.: Âdem EFE [2]

Her yerde olduğu gibi Mısır’da da bayram geldi mi büyüklerin elleri öpülür. Kardeş, arkadaş, dost, ahbapla bayramlaşılır. Bizdeki “Bayram-ı şerifiniz mübarek olsun, Allah nice yıllara yetiştirsin” duasına karşılık burada “Küllü âmin ve entüm bi’l-hayr/Bayramınız mübarek olsun” denir, “Sağlık, afiyet ve esenlik içinde olunuz” diye cevap alınır. Arapça kef bizim kaf gibi telaffuz olunduğundan Küllü’yü “Kullu” diye “Kullu âmin ve entüm”ü de çabuk çabuk söyleyince “Kullû ament bi’l-hiyr” (Hı harfinin kesriyle/ “i” sesiyle) işitirsiniz.

Meydanlarda salıncaklar, oyunlar kurulur. Bin bir çeşit satıcılar avaz avaz haykırır. Yerdeki tozlar gökte bulut olur. Adeta:

“O derece ağdı toz, yerden havaya

Sekiz kat gök olup yer, altı kaldı” mübalağalı levhası göz önüne gelir. Alacalı bulacalı renkli kıyafetleriyle, entarileriyle, çoluk, çocuk, kadın, erkek sürülerle sokaklara dökülür.

Bayram demek-zannederim doğuda böyle oluyor. Avrupa büsbütün rezalettir ya-herkesin abur cubur yemesi, zil zurna içmesi, adetten fazla sebepli sebepsiz harcaması, elhasıl zıvanadan çıkması demektir. Her memlekette böyle olduğuna nazaran bu halin insan doğası gereği olduğuna hükmetmek zorunlu gibi gözüküyor. Hıfzus’s-sıhha uzmanları bile hayatını belirli ve düzenli bir şeklide ve intizam içinde geçirenler için arada sırada lüzumundan fazla yemek, içmek, yorulmak veya hiç alışkın olmadığı büsbütün aç ve susuz kalmak faydasız bir şey değildir, vücut böyle olması muhtemel sarsıntılara dayanmaya alışır diyorlar. Zaten sıhhat ve kuvveti niçin isteriz? Gördüğümüz ve bildiğimiz engele karşı mı? Onlar için tedbir alabiliriz. Fakat görünmeyen ve bilinmeyen kaza ve belalarda, hiç ummadığımız engellerde işimize yaramayan sıhhat ve kuvvetten bize ne? Sözümün yanlış anlaşılmaması için basit bir örnek vermek mecburiyetindeyim: Ben Allah’a şükür sıhhatli bir adamım, bugün evden çıkarken biliyorum ki yağmur yağacak. Karınca kaderince ben de yağmura karşı şemsiyemi, muşambamı, lastiğimi her ne varsa alır, çıkarım. Yolda yağmur yağarsa korunurum, bana bir şey olmaz. Farz edin ki bir sabah yine evden çıktım. Güneşli mis gibi bir hava, gökte bulut yok. Öğleye doğru ortalık kararıyor, rüzgâr esiyor, bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, ben de iliklerime kadar ıslanıyorum, sonra da hasta olup yatağa düşüyorum. Sıhhat ve kuvvetim nerede? Eğer arada sırada sıklam olmağa vücudum alışsaydı pek tabii ki bu seferki ıslanmamda elbiseyi değiştirinceye kadar devam edecek ve bana zararı dokunmayacaktı.

Batı tıbbı takip edilen bir yöntemden ara sıra çıkmayı, yine o yöntemin etkililiği üzerine hizmet edeceği kabul ediliyorsa, bu nazariyeyi yiyip içmeye uygulayınca, varacağı sonuç oruç olacaktır. Çünkü arada sırada alıştığından fazla tıklım tıklım şişen midenin o yorgunluğu dinlendirmek için bir kere de aç kalması gerektir. Ancak bu suretle denge sağlanır. Fakat bu Batı fikrini-bütün taklit ettiğimiz Batı fikirleri gibi-yarım taklit ediyoruz. Yiyoruz, içiyoruz, yemek zamanı gelince yine yiyoruz değil mi?

Bayramlar sevinç zamanı, o günlerde dargınların bile barışmasını bir Hadis-i Şerif emrettikten sonra dargın olmadıklarımızla hele ahbap ve dostlarımızla candan, gönülden sevinmek hepimizin hakkı. Cümbüş ve eğlence yapıyoruz diye kayıt ve şartları yokmuş gibi sayarak her aklımıza geleni yapmak hayvanlıktan başka bir şey değildir. Bu sözlerim yalnız Mısır’da değil bütün doğululara aittir. (Batılıları düşünecek kadar safdil değilim. Onlar bizim iyiliğimizi şimdiye kadar hiç istediler mi ki?)

Biz Doğu’da ne yapıyoruz. Bayram olunca her şey mubah sayılıyor. Sabahleyin camiden çıktıktan ve bir iki büyüğün elini öptükten, paraları cebe indirdikten sonra vur yansındır gidiyor. Sanki bayram ertesi kıyamet kopuyormuş gibi. Dünyanın bütün tadını bir iki günde – bazen de pek iğrenç bir şekilde çıkarmaya bakıyoruz-işlerin tatilinden bayramda istifade edeceğimiz yerde bayram ertesi vücudumuzu daha yorgun, daha yıpranmış buluyoruz. Bayramlar bizde fenalığın yapılması için en etkili bir araç teşkil ediyorlar. Alışkanlıkların sigara gibi en hafifinden tutun, içki, fuhuş, kumar gibi en tehlikelilerine kadar hemen hepsi bayramlarda… Bayramlarda meyhaneler, kumarhaneler adam almaz. Hiç şüphesiz bu adamlar o güne kadar böyle yerlerin ismini bile ağzına almayan adamlardır. Ayalardan beri alın teriyle kazanılan paralar birkaç saat içinde erir. Vücut yıpranır, zihin körleşir. Bir gün evvel sermaye olan ahlâk o günden sonra boş bir kelime olur.

Bu mudur bayram? Bu mudur sevinmek, eğlenmek, memnuniyetini dışa yansıtmak, keyif sürmek? O günlerde insanlıktan çıkıp azgın hayvanlara dönmek, köreltici derekelere dalıp alçalmak bayram mıdır? Bugün bayramlarda eğlence namına her ne yapıyorsak sıhhat ve beden, zihin ve fikre, ruh ve kalbe aykırı şeyler yapıyoruz.

Gerçekte Batı medeniyetinde böyle bayramlar var. Bayramlarda bütün millet cuş u huruşa geliyor, bütün memleket baştanbaşa çalkalanıyor. Orada da servetler sarf olunuyor. Bizde de böyle olsun veya olmalıdır. Peki amma sıhhat, ahlâk ve terbiyeden sarf-ı nazar bu halin iktisadi yönünü düşünmek de lazım değil mi?

Orada harcanan para, Pier’in cebinden Paul’un cebine iniyor. Paul’dan geçip nihayet Jean’ın kasasında uykuya dalıyor. Bizde ise Ahmet’in parası Yorgi’nin cebine, oradan da başkasının cüzdanına veya Nikol’ün kasasına giriyor. Yorgi’ye ve Yorgi’den Nikol’e geçen Ahmet’in parasından Mehmet’e bir tek buğday tanesi koklatılmıyor.

Bayramlardaki hale artık son verip hakiki zevk ve sevinç olan âdâp ve adetlere sokmak zamanı çoktan gelmiştir. Dışarıdan getirmeğe mecbur olduğumuz zaruri eşya sebebiyle yabancı memleketlere akan milli serveti bayramlardaki fuzuli harcamalar yüzünden büsbütün mahva sürükletmemelidir. Bu iş ne bir makale, ne bir vaaz ile meydana gelir. Toplumsal bazda genel bir cereyan meydana gelmedikçe bu afetin önüne geçmek güçtür. Bununla birlikte kıymetsiz bir makale, önemsiz bir vaaz, bir kitap veya bir tartışma demeyerek işe başlamak; o bir vaaz, bir makale, bir kitap ile yola düşmek hiç kımıldamamaktan daha iyidir. Hem yalnızca bayramlarda değil sair günlerimiz de bile harcayacağımız bir kuruşun yabancı memleketlere akıp akmayacağı endişesiyle hareket edersek o bir kuruşu memlekete kazandırmış oluruz. Damlaya damlaya göl olur. Herkesin her gün yabancılara akan paradan bir kuruş kurtarmasıyla memleket her gün nüfus sayısınca kuruş kazanmış olur.

Bayram demek galiba herkesin zıvanadan çıkması demektir demiştim. Sade bundan bazı ücra köyleri ayırmak lazım.

Bu köyler içinde, Rum bakkalı olmayan köylerdir. Orada içki, kumar, kokain yoktur. Ahalisi temiz giyinirler, birbirleriyle bayramlaşırlar, ekmek ve katıktan ibaret yemeklerine bir parça hurma veya şekerli nohut ilave ederler. Hali vakti yerinde olanlar ya bir tavuk ya bir keçi keserler. Hemen ekserisinde yağlı hamurdan kaba çörekler yapılır. Bu çöreğe-büyük itina olmak üzere-mısır unu karıştırmazlar. Zenginlerinde geniş bir kap içerisinde üst üste kalın açılmış yufka dizilir. Arasına yağ-Mısır’da şehirlerden başka yerde karışık yağ yoktur-serpilir. Piştikten sonra üzerine toz şeker dökülür. Geniş bir kap dedim; çünkü bazen alelade bir tepsi, bazen bir leğen, tencere vazifesini görür. Bu hamur ekmeğinin ismi fetirdir. (Şehirlerde böreğe de fetir denir). Bu ikram edildi mi biliniz ki siz itibar olunan bir misafirsiniz. Binaenaleyh çok yemeğe mecbursunuz. Hamur pişmemiştir ama misafir umduğunu değil, bulduğunu yer dersiniz. Üç parmağınızla hamurun üzerine bir çimdik banarsınız. Eliniz kalkarken çimdiğin altından da hamur kalkar. Şimdi marifet yüzü gözü bulamadan o hamur tutamını ağzından içeriye sokmakta. Başınız arkaya doğru eğilir, alt çene epeyce açılır. Bir iki itişte hamur boğaza girer. Bir iki lokma sizce kafidir, fakat etraftakiler “Allah ve peygamber aşkına” “Allah için daha ye” diyerek ısrar ederler. Kendi elleriyle hamuru çimdiklerler ve parça parça önünüze koyarlar. Bu hamur, Nil Vadisi’nin buğdayından yapılmıştır. Şehirlerdeki ekmekler ise Avustralya unundandır. Bu hamurun yanı başında ya maluhiye ya bamya bulunur. Mısırlı senenin on iki ayında da maluhiye yer. Altı ay yeşil maluhiye, ondan sonra da kurusu. Kuru maluhiyenin hazmı yeşilinden daha kolay. Bamyanın Saîd (Yüksek Mısır) taraflarında bir cinsi vardır ki en ufağı bir parmak büyüklüğündedir. Yozlaşmış bir cins olacak. Nitekim acur yazılıp insanlar arasında ağur denen bir cins uzun hıyar vardır ki hıyar, kabak ve kavun arasında müşterektir. İstanbul’a turfanda gelen İskenderiye kabağı gibi yeşil, içi bir kavun gibi sarı ve eti hıyar gibi beyazdır. Zaten hıyar, kabak ve kavun eğer yanılmıyorsam cucurbitaceés denilen aynı cinse aittirler. Bu acur başka memleketlerde olmadığından ne Fransızcası, ne İtalyancası velhasıl hiçbir dilde karşılığı yokmuş. Bu hususta tanıştığım bir yabancı ziraat mühendisi “Hıyar ile kavun arasında senelerden beri iklimin ve toprağın etkisi altında bozulmuş bir cins” dedi. Bununla birlikte köylülerce makbul, omuzda sopa gibi taşınabilecek uzunları da vardır. Küçük büyük ele geçtiği yerde hart hurt yenmektedir.

Neyse biz ziyafetimize gelelim. Bu kadar yağlı, şekerli hamurun üzerine tabii susarsınız. Su istersiniz. Hepsi birden hizmet gören çocuk veya adama “Ey çocuk su getir” der; hemen testi gelir. Bardak varsa bardakla içersiniz. Fakat hepsi de, içinden “bu adam nafile su içmesini bilmiyor” derler. Çünkü bardakla su içerken hüüp süüp yaparak su ile beraber mümkün olduğu kadar hava da içmelisiniz. Hava midede bir müddet durur. Sonra da bir kere azamatle geğirirseniz hava ile beraber midedeki gazlar çıkar ve mide rahat eder. Mamafih denemeye kalkmayın. Hem bir iki kerede olmaz hem de görmeyince yapamazsınız. Bardak yoksa demin hamuru boğaza tıktığınız gibi vaziyet alır. Testiyi dikersiniz fakat suyun hepsi birden dökülür. Testilerin ağzından beş altı santim aşağıda iç tarafı kapalıdır. Ancak bir veya iki delik açılmıştır. Su bu deliklerden boşanır. Bir bardaklık su böyle lıkır lıkır nispeten uzunca bir müddet içersiniz. Bu testiler yuvarlak ve tahin helvası rengindedir. Başları ince olup aşağıya doğru genişler diplerine iki üç parmak kala genişlik içeriye doğru kıvrılarak azıcık ufalır. Genel olarak fiyatları bir tarifeye göre yarım Mısır kuruşudur. Şehirlerde kullanılan bardak, sürahi ve şişelerden başka şehirlerin bir kısmı da dahil olduğu halde bütün Mısır bu testilerle su içer. Bazen üstü kırmızı veya siyah çizgililerine rast gelirsiniz. Bunlar evlenen kızlara mahsustur. Bununla beraber hepsinden su sızar. Buraya kadar yazdıklarım Mısır köylerinde bayramın şekil itibarıyla farkıdır. Müslümanların bulunduğu her yerde bayram olunca ziyafetler verilir. Tabii her yerin kendine özgü şekil ve adeti vardır. Esasını biz sade Mısır’da, diğer Müslüman memleketlerinden ayrılan bir şey varsa o da bayramlarda, kandillerde, Recep ayının ilk cumalarında mezarlıklara gidip yatmak bu özellikle Kahire’de en canlı oluyor ki bundan da ayrıca bahsedeceğiz.

[1] Bu yazı, Reşid Mazhar Ayda tarafından, Mahfil dergisi, C. 4, S. 48, Şevval 1342/1924, s. 208-211 arasında Osmanlı Türkçesiyle yayınlanan makalenin sadeleştirilmesinden müteşekkildir, (Sad.).

[2] Prof. Dr.; Süleyman Demirel Üniversitesi İİBF Öğr. Üyesi; e-posta: ademefe @sdu.edu.tr