MASKELİ GÜNLER

MASKELİ GÜNLER

Âdem EFE [1]

Korona virüs salgını/Kovid-19’lu günlerin bir hatırası. Mehmet Ünseren ağabeyin bürosundayım, ilk kez maskeli bir fotoğraf paylaşıyorum. Bu arada saçlarımın uzadığının farkındayım. (Parantez arası bir cümle yerleştirelim tam buraya. Geçen hafta Skype’den yüksek lisans dersi yaparken bir öğrencim beni ekranda görür görmez, selam kelam ettik mi onu hatırlamıyorum, “Hocam ben iyi tıraş yapabiliyorum. Hatta çocuklarımın ve birkaç arkadaşımın saçlarını kısalttım bile” Ben de “Sosyal mesafeye riayet ediyor musunuz? Nerede yapıyorsun?” mealinde hemen bir iki soru yönelttim kendisine “Hocam, sosyal mesafeye uyarak evde yapıyorum” diye cevap verdi. “Bir ara uğrar tıraşımı olurum” dedim. Bir vakit bulup da Ejder müdürün evine gidip saçları kısalttıramadım).

1. Mehmet ağabey, özellikle tablo ve antik eşya alıp, bürosunda sergiliyor. Çok ortak yanlarımız var. Mezatlarda “Âdem sen bana göre gençsin ama sen çoğu zaman eski obje satın alıyorsun; ben ise sana nazaran daha yeni şeyler alıyorum. Tersine değil mi bu” diye her defasında takılır, bazı şeyleri almadan önce bana sorduğu, danıştığı da olur(du). Aldıklarını gösterir(di). Geniş zaman dı’larını kullanışım Kovid-19’dan önce mezatların düzenlendiği zamanlardan bahsettiğim içindir. (Burada ikinci bir parantez açarak yazıya devam edeyim. Isparta’dan dört beş akşam farklı yerlerde mezatlar oluyor ve ben bunların bazılarına katılıp, kendime uygun şeylerden alıp, birikimlerimi çoğaltıyordum. Epey zamandan beri yeni şeyler al(a)mıyorum. Zira evden dışarı pek çıkmamayı tercih ediyorum. Çıktığımda da bahçeme gidiyorum. Bahçede yapılacak o kadar iş oluyor ki yetiştiremiyorum desem yalan değil. Bu yıl kasım ayında birkaç meyve fidanı dikmiştim. Badem ve hünnaplarım tutmuş yeşermeye başladı. Hünnap ağacının yeşili de pek güzel oluyor. Lakin aynı günlerde diktiğim cennet elmalarım ile incirlerimden hâlâ bir haber yok. Kuleönü mevkiinde kayısı, incir ve zeytinin olmadığını söyledilerse de bir kayısı, iki incir ve üç zeytin fidanı alıp dikmiştim. Zeytinlerden birisi yeşerdi, diğer ikisi hâlâ uykuda gibiler, incir ağaçlarından birinden ümitliyim öteki iflah olmayacak gibi görünüyor. Domates, biber, kavun, karpuz diktim; börülce, bamya, mısır ektim. Bugünlerde de bir sıcak bir sıcak geçen çarşamba diktiğim biberler mahvolmuşlar).

Sn. Ünseren teknolojiye meraklı ve onu iyi kullanan bir insan. Kâğıtçılıkla işe başlayan Ünseren ağabey, daha sonra Panasonic firmasının Türkiye’deki ilk bayiliğini almış ardından firmanın Türkiye’deki en başarılı taşra bayii unvanına layık görülmüş. Bu başarısının karşılığı olarak 1996 yılında Londra gezisiyle ödüllendirilmiş.1998 yılında da TELSİM’in özelleşmesi öncesi ülke çapındaki ilk 20 bayiinden birisi olma başarısını göstermiş. Bir müddet Isparta’da Vodafone bayiliğini devam ettirmiş. Fax makinesini Isparta’ya ilk getirenlerden birisi olarak tanınıyor. Kendi isteği ile emekli olduktan sonra bürosunda güzel sanatlarla ilgili çalışmalar ve koleksiyonerlik işleri ile uğraşıyor. Kendisiyle bir iki yıl önce bir mezatta tanıştık ve o günden bugüne çay, kahve ve muhabbetle devam edip gidiyor. Bugün ağızlarımız bağlı olduğu için herhangi bir şurp edip hûpletemedikse de “bayramdan sonra içeceğim olsun” diyerek yarım saat kadar lafladık. Malum koronalı/kovid-19”lu zamanlarda küçük mekânlarda çok kalmamak lazım değil mi?

Sn. Ünseren’in bir diğer ayırt edici özelliği de kendi imkânlarıyla dünyanın birçok ülkesine gitmiş, görmüş bir gezgin olması ve bunlarla ilgili güzel bir fotoğraf ve video arşivinin olması. Bir ülkeye gitmeden önce o ülke hakkında internetten bilgi, belge topluyor, en ucuz bilet fiyatlarını tespit diyor, biletleri önceden alıyor, o ülkenin haritasını çıkartıyor, ulaşım bilgilerini kaydediyor, her bir şeyi poşet dosyalara güzelce dosyalıyor; her şey hazırlamış vaziyette uçağa binip gidiyor ve orada bunları kullanıyor. Kalacağı otelden başlayarak birçok önemli yer ve mekânları videoya kaydediyor. Böylelikle hiçbir yabancılık çekmeden yabancı bir ülkeye gidip gelebiliyor. Bir konuşmasında ağzından şu cümleyi duymuştum: “Ben pek yabancı dil bilmem ama bugüne kadar 50’ye yakın ülkeye gittim hiç de zorlanmadım”. Bu zorlanmamanın adı herhalde teknolojiyi iyi kullanmak ve onun verdiği cesaret, özgüvenden kaynaklanıyor olmalı.

2. Geçtiğimiz pazartesi günü bahçede çalışıyordum bir telefon geldi. Mehmet Ünseren ağabey “Âdem selamun aleyküm. Nasılsın? Ben yeni iki ahşap üzerine yazılmış levha aldım. Yanımda birkaç arkadaş da var hiçbirimiz bunları okuyamadık. Sen aklıma geldin. Whatsapp’tan gönderiyorum bir zahmet okuyuverir misin” dedi. “Ne demek Mehmet Ağabey, hay hay, hemen okurum” dedim. Az sonra iki ileti geldi. Bunlardan biri bildiğim bir dua ayeti idi onu hemen okuyup telefonda Türkçesi ile birlikte yazdırdım. Ama diğeri aşina olduğum bir yazı değildi, biraz çetrefildi, doğal olarak hemen oracıkta okuyamadım. “Mehmet ağabey, şimdi gözlüğüm yok, akşam eve gidince okurum” dedim. (Akşam okudum ve bir kâğıda yazarak kendisine ilettim). O gün telefonu kapatırken “çarşıya uğrarsan büroma beklerim” dedi. Ben de bugün (14.05.2020 perşembe) bir vesileyle çarşıya çıkmıştım, kendisini aradım, “on dakikaya geliyorum, bekle”, dedi. On dakika (d)olmadan seyirterek geldi ve “haydi çıkalım” diyerek bürosuna girdik. Burada resimlerden, tablolardan, son günlerde aldığı objelerden konuşurken fotoğrafımı çekti ve az sonra tab ederek elime verdi. Teşekkür ettim. Daha önce de fotoğrafımı çekmişti. Bir defa da tarihi yarımadanın fotoğrafını göndermiştim sağolsunlar hiç yüksünmeden fotoğraf kâğıdına basıp hazır etmişler. Bir gün bürosuna gittiğimde takdim etmişlerdi. O fotoğraf fakültede odamın girişinde asılı vaziyette durmaktadır.

3. Sn. Ünseren’e, “çektiği fotoğrafı telefonuma göndermesini” rica ettim. “Hay hay” diyerek hemen gönderdi.

Bu paylaşım da böylece ete kemiğe büründü A. Efe diye göründü.

[1] Prof. Dr.; SDÜ İİBF Öğr. Üyesi; e-posta: ademefe @sdu.edu.tr