İnsanoğlunun plastik ile imtihanı

Geçtiğimiz haftaki yazımda tekstil ürünlerinin bilinçsiz tüketiminin de en az plastik ürünlerin kullanımı kadar çevremize zarar verdiğine değinmiştim. Konunun önemine dikkati çekmek için tercih ettiğim başlığa tekrar baktığımda, plastiğin aslında çevre dostuymuş gibi algılanmasına sebep olabileceğini fark ettim.

Her ne kadar yazının hiçbir yerinde plastiğin çevre dostu bir ürün olduğuna dair tek bir cümle bile bulunmasa da, bu haftaki yazımda insanoğlunun plastik ile imtihanının çevreye verdiği zararlara da değinmenin faydalı olacağını düşündüm. Maalesef 40 yıl gibi kısa bir sürede hayatımızın önemli bir parçası olmayı başaran plastik, çevremiz açısından öylesine ciddi tehlikelere yol açıyor ki, National Geographic dergisinin Haziran sayısının kapağında plastik bir poşetten buzdağı görselinin üzerinde ‘Gezegen mi yoksa plastik mi?’ manşeti ile bir tercihte bulunmamızın zamanı geldiği vurgulanıyor. Aynı kapakta, her yıl okyanuslara sekiz milyar ton plastik atıldığı da ifade edilmiş. Geçtiğimiz haftaki yazımı hazırlarken yaptığım küçük bir araştırma sonucunda bu rakamın sekiz milyon ton olduğunu yazmıştım. Sekiz milyon ton atığın bile fazla olduğuna üzülürken gerçek rakamın aslında sekiz milyar ton olduğunu öğrenmek gerçekten ürkütücü…

Geçen hafta da değindiğim üzere, denizlerde o kadar çok plastik atığı bulunuyor ki bu atıkları tüketmeye çalışarak için ya da onların arasında sıkışıp kalarak ölen canlıların sayısı hiç de azımsanmayacak düzeyde. Forbes dergisinin web sitesinde geçtiğimiz günlerde kuşların ve denizlerde yaşayan canlıların bu atıkları yiyecek sanmalarının sebebine değiniyordu. Birçoğumuzun merak ettiği bu sorunun cevabı çok ilginç. Bu konuda yapılan kapsamlı araştırmalar sonucunda okyanuslardaki plastik atıkların üzerini kaplayan su yosunlarının doğal bir sülfür bileşiği olan ‘dimetilsülfoniopropionat’ açığa çıkardığını ve bu kimyasalın martı, fok ve diğer okyanus canlılarına cazip geldiği ortaya çıkmış…

Üzücü olan gerçek ise, bu kirlilikten etkilenen sadece deniz ve okyanus yüzeyleri olmadığı. Okyanusun en derin noktası olarak bilinen, yaklaşık 11 km derinliğindeki Mariana çukurundan dünyanın en yüksek noktası olan Everest’e kadar plastik atıklar her yeri sarmış durumda. “Everest gibi sadece belirli sayıda özel eğitimli dağcının tırmanabileceği bir dağda ne kadar plastik atık olabilir ki!” diye düşünüyorsanız hemen söyleyeyim: Bölgede dağcıların bıraktığı 90 ton plastik atığın şu ana kadar sadece 11 tonu toplanabilmiş ve 2014 yılında alınan bir kararla dağa tırmanma izni isteyenlere dönüşte kendi yüklerine ilave olarak 8 kg atık toplayıp getirmeleri zorunluluğu kılınmış…

Okyanuslara dönersek, kirlilik bu şekilde devam ederse 2050 yılına kadar denizleri kaplayan plastik atık miktarının okyanuslardaki canlı sayısından fazla olacağı ve denizlerde yaşayan 700 civarında canlı türünün neslinin bu atıklar yüzünden yok olacağı tahmin ediliyor.

Denizlerdeki plastik atıkların tek sorumlusunun bilinçsizce çevreyi kirleten insanoğlu olmadığının da altını çizmemiz gerekiyor. Her yıl uluslararası sularda taşımacılık yapan yük gemilerinde taşınmakta olan en az 1500 konteynırın çeşitli sebeplerden dolayı okyanusun derin sularına gömüldüğü ve bu konteynırların içinde yer alan milyonlarca ürünün okyanuslara ciddi zararlar verdiği ifade ediliyor. Örneğin, 1992 yılında Hong Kong’dan ABD’ye yük taşırken batan bir gemiden okyanusa yayılan 28 bin oyuncak ördeğin önemli bir kısmı 26 yıldır okyanuslarda yüzmeye devam ediyor. Antarktika’dan Pasifik okyanusunun en ıssız noktalarına kadar her yere yayılan bu şirin plastik ördeklerin halen sapasağlam olması uzmanlar tarafından ürkütücü bulunuyor, çünkü bu durum pek çok plastik ürününün en az 10 bin yıl boyunca her türlü hava koşullarına rağmen hiç bozulmadan hayatta kalabileceği gerçeğini gözler önüne sermesi açısından önem arz ediyor.

Bu noktada hepimizin karıştırdığı bir nokta da doğada kendiliğinden çözülen plastik ürünler ile dönüşebilen plastik ürünlerin aynı olmadığı gerçeği. Süpermarketlerde dağıtılan poşetlerin üzerinde genelde ‘çevre dostu’, ya da ‘doğada kendiliğinden çözülen’ vb. ifadeler yer aldığı için gönül rahatlığıyla bu ürünleri kullanabileceğimizi düşünsek de aslında bu ürünlerin sadece zamanla çözülerek küçük plastik parçalara dönüştüğü ancak doğada kendiliğinden yok olmadığı ifade ediliyor. O yüzden de, bu plastik parçalarını tüketen canlıların kimyasal zehirlenme ya da mide/bağırsak tıkanıklığı gibi sebeplerle ölümle yüz yüze geldikleri biliniyor.

Plastik ürünleri tamamen yok edilemediği için sadece endüstriyel olarak tekrar işlemden geçirilerek başka bir plastik ürüne dönüştürüldüğünde geçici olarak çevreye zararı azaltılabilmiş oluyor. O yüzden de plastik ve türevlerinin işlevlerini yerine getirebilecek ucuz, kullanışlı ve çevreye duyarlı alternatifler ortaya koymadığımız sürece plastik ürünlerini hayatımızdan tamamen çıkaramayacağımızı unutmamak gerekiyor. Geçtiğimiz hafta değinmeye çalıştığım nokta da endüstriyel anlamda kumaş üretiminin gerçek anlamda çevreye duyarlı bir alternatif olmaktan oldukça uzak olduğu yönündeydi…

Prof. Dr. Mustafa Zihni TUNCA