Önce Ekonomik İşgal

Korku senaryoları ile söze başlamadan bir gerçeği dile getirmek faydalı olacaktır: Konuşulan dış politika ise, dostluklardan daha önce çıkar ve menfaatler dikkate alınmaktadır. Bunun için ülkeler, siyasi araçları daha etkin kullanmaktadır. Zamanında Marshall Yardımlarının komünizmi engellemede çok etkili olduğu söylenmektedir. Bunun içindir ki siyasi savaş öncelikle ekonomide başlar: Yardım adıyla hem malzeme, hem şahıs, hem de politikalar girer. Rüşvet kapıları alabildiğine açılır, yandaş devşirilir. Ekonomik abluka işletilerek kamu özel yapıların hareket alanı daraltılır. Bir ürünün satışına mani olmak, özel izinleri şart koşmak, sınırlandırmak hiç bilmediğimiz ya da  ülke olarak Türkiye’nin başına gelmedik bir şey mi?

Ekonomiden zaten sesler geliyor: Enflasyonun çift hanesi hala kırılamadı. Faizler derseniz dolara fren gibi oldu. ülkeye döviz çekmenin bir aracı. Sıfırcı hocalar, kredi derecelendirme kuruluşları kalem elde yazmaya hazır… kısacası, küçük bir esintiyle dahi büyük fırtınaların olabileceği zamanlardayız. Bir seçim sürecindeyiz ancak ekonomi yönetimi de bir şeylere müdahale etmek adına, çeşitli alanları değerlendirmeye çalışıyor. Seçim dönemi vermek zamanıdır. Hükümet de buna uygun davranıyor. ancak kanaatim şu ki yaklaşık beş yıldan beridir bu “verici” politika böyle uygulanabilirdi.

Ancak durağan olmayan bir dış siyaset de kapıda. Ekonomik olayları siyasi taleplerin bir aracı olarak kullanan bir ABD ve Avrupa. Bunu zaman zaman açık, zaman zaman da örtülü ambargolara dayandıran ve bunun için Siyasi savaş adına ekonomik enstrümanları bu kadar kolay kullanan iktidarlar.  Bir yanında askeri malzemenin verilmeyişi, öte yanda bir banka yetkilisinin ABD’de tutuklanması, ekonomik ambargo sürecinin işlediğini göstermektedir. Bu durum Türkiye açısından “hoş olmayan rekabetin” aleyhte gelişen bir yönüdür. Barış dönemlerinin bir siyasi savaş aracı olan politik yardımlar konusu da bu dönemde sıkıntıya girmiştir. AB’nin genişleme bütçesine ayrılan 2021-2027 döneminde, €28 milyar kullandırılacak ülkeler arasında Türkiye yoktur. Bu da başka bir makasa alma vazıyetidir.

Yıllar önce Soros’un Türkiye için söylemiş olduğu “elinde askeri ve ordusu dışında neyi var ihraç edecek?” dediği Türkiye böyle bir Türkiye’dir. Arzulanan ve istenen o Türkiye’dir.  Kore’de olduğu gibi gidecekler ve dönmeyecekler. Rusya ile tampon olup, Avrupa’ya Rus istilasının önünde olacaklar. Borcuna sadık bir ülke olarak hep borçlu kalacak. Borçtan başını kaldıramasa da borç faizlerini ödeyebilecek bir ekonomisi olan ülke olarak yola devam edecek. Olması istenen Türkiye’ye biçilen misyon budur. 1980 öncesindeki karmaşanın temelinde de, 1990’ların demokrasi problemlerinde de 15 Temmuz ve sonrasındaki gelişmelerde de bu anlayış ve bakış devam etmektedir. Türkiye bir yandan dış güvenlik sorunu yaşarken Patriot bataryalarını  çeken batı, Türkiye’nin S400‘leri gündemlemesi ile “aykırı tutum” sergilemekle suçlanmaktadır.  Son gündem F35’ler sorunudur, ayrıntıları izlemek gerek. Enerji ihtiyaçlarını son yıllarda çeşitlendirmeye çalışırken nükleer enerji konusuna odaklanan Türkiye yine tehdit olarak görülmektedir. İran ile  önemli miktarda petrol ve doğalgaz anlaşması ise bilinen başka sorunları tetiklemektedir. Para transferi yasağıyla enerji ithalatının parasının ödenmesi zorlaşınca alımlarda da problemler başlamıştır.

Özellikle “Fırat Kalkanı ve Zeytindalı” operasyonları Türkiye için “çok oldu” dedirtmektedir. Bu çokluğu azaltmanın bilinen en etkin aracı ekonomik kontroller ve sınırlamalardır. Bu, siyaseten önlenemeyen durumun ekonomik olarak engellenmesi amacıyla tam saha pres devam etmektedir. Hele ki Rusya, İran ve Türkiye üçlüsünün ortak hareket eder olması, batı tarafından asla istenen bir durum değildir. S400’ler konusu Türkiye’nin bir kararlılığı olarak sürmektedir. Gelecek zamanı birlikte göreceğiz.

İbrahim Attila ACAR