Sosyal ağlar mı daha zararlı yoksa sigara mı?

Geçtiğimiz Ocak ayında bu köşede yayınlanan bir yazıda, sigara paketlerinde olduğu gibi sosyal ağlarda da bilinçsiz kullanımın bağımlılık yaratacağına dair uyarı mesajları yayınlanması gerektiğini ifade etmiştim. İlginç bir şekilde, benzer tarihlerde Silikon Vadisi’nde önemli görevlerde bulunan bazı isimlerin de teknoloji şirketlerinin sigara üreticilerinden daha tehlikeli olduğuna dikkati çekerek ciddi eleştirilerde bulunduklarını fark ettim.

Örneğin, sosyal ağların kullanıcıları kendilerine bağımlı hale getirip çocuklar başta olmak üzere insanlığın geleceğini yeniden inşa etmeyi hedeflemeleri sebebiyle ciddi bir tehlike yarattığını iddia eden Center for Humane Technology (İnsani Teknoloji Merkezi) adlı kuruluşun kurucularından olan Aza Raskin’e göre ise durum oldukça vahim:

Sigaraya sadece bağımlı olunur, ancak sigara siz ya da alışkanlıklarınız hakkında hiçbir şey bilmez!

Dünyanın en büyük CRM şirketlerinden Salesforce’un kurucu ve CEO’su Mark Benioff ise Facebook’un da sigara ile aynı yasal mevzuata göre faaliyet göstermesi gerektiğini, çünkü sigara gibi bağımlılık yarattığını ve zarar verici etkilere sahip olduğunu ifade ediyor. Benioff’a göre tasarımcılardan bilinçli olarak bu teknolojilerin bağımlılık yaratacak şekilde tasarlanması isteniyor!

Gerçekten de, şirketler tarafından kullanılan tekniklerin çoğu zaman jenerik olmadığını ifade eden bir uygulama tasarımcısı, geliştirilen yeni nesil yazılımların kullanıcıya özel olarak tasarlandığını, kullanıcılar kendilerini yalnız hissettiğinde ya da beğenilme/onaylanma ihtiyacı hissettiğinde bunun farkına varıp yapmış olduğu paylaşımları daha çok beğeni/yorum vb. alacak şekilde ön plana çıkarabildiğini ifade ediyor. Gerçekten de, geçtiğimiz yıl sızdırılan bir Facebook şirket içi raporunda, gençlerin kendilerini değersiz ya da yalnız hissettiklerinde şirketin bu durumu kolaylıkla fark edebildiği ifade ediliyordu.

Tüketiciyi etkilemeye yönelik gerçekleştirilen uygulama tasarımlarının etik boyutu konusunda yazılmış tezler bile mevcut ama bu konudaki ortak kanı, bireylerin çevrimiçi ve dışı davranışlarını etkilemeye yönelik teknolojik manipülasyonların tamamıyla etik dışı olduğu yönünde.

Çünkü, sosyal ağlar algoritmik olarak kullanıcıları daha çok sistem içinde tutmaya, daha fazla paylaşımda bulunmaya, daha çok kendisi hakkında bilgi açığa çıkarmaya ve bunların sonucunda da onlar hakkında daha çok bilgiye sahip olup, onların daha fazla ilgisini çekecek konularda reklamlar sunarak daha fazla gelir elde etmeye yönelik tasarlanmış durumda. Bu yüzden de kullanıcılar başlangıçtaki ‘daha çok sosyalleşme’ ihtiyacının ötesinde, sistem açısından bir meta haline gelmiş durumdalar. Sistemden en çok kazananlar ise kullanıcı verisinden istifade eden sosyal ağlar ve reklam verenler olarak özetlenebilir.

Ancak, ne kadar kişiye özel olursa olsun, daha fazla reklamın sosyal ağları daha fazla sıkıcı bir platform haline getireceğini umursamayan Facebook başta olmak üzere sosyal medya devleri kullanıcı sayılarında ve daha da önemlisi kişilerin sosyal ağlarda geçirdiği sürede yaşanan azalma ve baskı gruplarından gelen tepkilerin de etkisiyle önlemler almaya başladıklarını birer birer ilan ettiler.

Örneğin, geçtiğimiz günlerde Facebook CEO’su Zuckerberg, insanların Facebook’ta daha az zaman geçirmelerinin iyi bir şey olduğunu açıkladı! Çünkü, onun da farkına vardığı gibi artık reklam verenler de nicelikten çok niteliğe önem veriyorlar. Sonraki yazılarda değineceğim üzere, dünya çapında faaliyet gösteren firmalar, sosyal ağlarda yer alan reklamlarının sadece 2 saniye izlendiğini biliyor ve reklam konusunda sosyal medya kullanıcılarının televizyon izleyicisine göre daha hassas olduğunu fark ettikleri için yeni stratejiler ile az sayıda daha ilgili kişilere odaklanmak istiyorlar.

Bağımlılık konusuna dönersek, teknolojik bağımlılığa tepki göstermek amacıyla ABD başta olmak üzere tüm dünyada son bir yıl içinde lobi ve toplumu bilinçlendirme faaliyetlerine odaklanan pek çok dernek ve benzeri kâr amacı gütmeyen baskı grubu kurulduğuna şahit oluyoruz. Örneğin, geçtiğimiz günlerde Apple’a açık bir mektup yazan ve şirkette toplam 2 milyar Dolar düzeyinde hisseye sahip iki yatırımcı iPhone ve iPad’lere daha fonksiyonel ebeveyn denetimi eklenmesi talebinde bulundu. Çünkü, teknolojik bağımlılığın en ciddi kurbanları arasında çocuk ve gençler yer alıyor. Detaylarını önümüzdeki hafta paylaşacağım ancak, dünyanın dev şirketlerinden Unilever, Facebook ve Google sosyal ağlardaki başta çocuklara yönelik olmak üzere terör ve taciz gibi tehlikeli içeriklerin azaltılmasına yönelik çabalarda bulunmazsa reklam vermeyi keseceğini ifade etti!

Bu konuda baskı oluşturmaya çalışan aktivistlerin önemli bir kısmına baktığımızda ise eski Facebook, Google ya da diğer Silikon Vadisi çalışanları olduğunu ve bir nevi günah çıkartma amacıyla başta çocuklar olmak üzere insanlığın geleceğini ciddi bir tehlike olan teknolojik bağımlılıktan korumayı amaçladıklarını görüyoruz. Onlara göre Zuckerberg kendi çocuklarına gösterdiği ilgiyi tüm dünya çocuklarına gösterebilmeli ve onları bu tehlikeden koruyucu önlemler almalı. Çünkü, silikon vadisindeki pek çok kişinin ironik bir şekilde çocuklarını kendi yarattıkları dijital dünyanın zararlarından korumak için özel okullarda okuttuğu biliniyor. Benzer bir şekilde, okuduğum pek çok röportajda, bu kişilerin evlerinde çocuklarının teknoloji ile aralarındaki bağa sınırlandırma getirdiklerini ifade ettiklerine şahit oldum!

Gerçekten de, ABD’de yapılan bazı çalışmalarda, çocukların sosyal ağlarda geçirdiği süre altı ile dokuz saat arasında değişirken, gençlerin %56’sının mutsuz, %27’sinin ise depresif olduğu gerçeği ortaya konulmuş! Bu yüzden de, başlangıç olarak ABD’de 55 bin okulda teknolojik bağımlılık ile savaşa yönelik eğitim, video gösterimi ve benzeri faaliyetlerde bulunan aktivist gruplar, sadece sosyal ağların değil, cep telefonlarının da kullanımının sınırlandırılması konusuna da odaklanıyorlar. Çünkü, ABD’de 2300 öğretmen ile yapılan bir anket çalışmasında dijital teknolojilerin öğrencilerin dikkatini dağıttığı, ve duygusal ve sosyal yönden öğrencileri olumsuz yönde etkilediği sonucuna ulaşılmış. Aileler ise teknolojik cihazların çocuk ve gençlerin fiziksel ve sosyal faaliyetlere olan ilgisini azalttığından yakınıyorlar. Benzer sebeplerden Fransa’da önümüzdeki Eylül ayından itibaren okullarda cep telefonu kullanımının yasaklanmasına karar verilmiş.

Gelecek yazımızda konuyu değerlendirmeye kaldığımız yerden devam edeceğiz…

Prof. Dr. Mustafa Zihni TUNCA