Evler Duvarlar ve Yazılar

Bugün ilk defa sırt çantamı almadan erkence bir vakitte evden çıkıp merkeze doğru yürürken yol üzerinde birçok insan, mekân ve olaylara rast geldim. İlkin bir kadın ile kocasının odun parçalarını evlerine götürmek için istiflediklerini gördüm selam verip ‘kolay gelsin’ dedikten sonra iş makinası gürültüsü gelen bir ara sokağa girdim. Makine; Sol yanında Hüseyin Bey Camii, sağ yanında ise büyük bir residans olan mütevazı evi yerle bir ediyordu. Kamyonlar taş, toz, toprak kalıntılarını yüklenip şehrin kenarlarında bir yerlere dökmek için sabırsızlanıyorlardı. “Gitmiş yine onca yaşanmışlıklara tanıklık eden duvarlar …” dedim ve biraz izlemeye başladım. Bizim toplumun iş makinesi izlemek gibi milli bir zevk ve alışkanlığı var(dır). Birçok insan bir yerde bir iş makinesini çalışırken gördüğünde deyim yerindeyse işini gücünü bırakır, ayağın biri önde diğeri biraz geride, eller cepte veya arkada bağlanmış vaziyette saatlerce operatörün her bir hareketini hayranlıkla adeta hayatında ilk kez görüyormuşçasına izlerler(di). Parantez içinde (di) diyorum. Şimdiki gençlerin, kendi deyimleriyle, böyle basit işlerle ilgilenmek, onları izlemek için ne zamanları ne de ilgi, istek, ihtiyaç ve merakları var.

Beş on dakika kadar duvarların yerle bir olmasını izledikten sonra yine ara sokaklardan ilerliyordum. Bu arada bir ev gördüm. Küçümen bir bahçede küçücük, “kutu gibi” veya “nohut oda, bakla sofa” diye tabir edilen türden bir evdi bu. Sermet Mahallesi’nde bulunan evin dış duvarında sonradan monte edilmiş gibi duran bir levha gördüm. Tam orta yerinden iki şak olmuş köfeki taşına celi sülüs hatla nakşedilmiş “Maşallah fetebârekallah 1285/1869” yazısı mevcuttu.

Küçümen evin sokağa bakan kireç badanalı duvarında o güzelim yazı kırık haliyle biraz kırgın mıydı? Veya iki kırık parçanın bir araya getirilmesinden memnun muydu? Bilemiyorum. Taşların dilinden veya Süleyman gibi kuşların dilinden anlamak gerek. Söz konusu yazının hemen sağ yanında ise The Neighbourhood Grubu’nun I Love You albümündeki en çok dinlenen dolayısıyla en kaliteli olan bir şarkısının ismi “Sweater Weather” yazıyordu. Duvardaki ilkyazı anlam, yazı ve birçok bakımından bir zevk-i selim eser(i) olarak görünürken ikincisi bir şarkı sözü olarak anlamlı ve güzel lakin sprey boyayla yazılmış sanattan, incelikten yoksun sadece bir duvar yazısından ibaretti benim düşünceme göre. Bunları düşünürken Kutlubey Camii’nin önüne gelmişim. Isparta’nın en eski ve muhteşem camilerinden olan Kutlubey Camii (1429) halk arasında daha ziyade Ulucami olarak anılıp bilinmektedir. Isparta kent merkezindeki birçok cami ve tarihi eserler gibi bu cami de küfeki/köfke taşından yapılmıştır. Bilindiği gibi küfeki taşı ocaktan çıkmadan önce yumuşaktır. Bundan dolayı işlenmesi oldukça kolaydır. İşlendikten sonra havadaki karbondioksit gazını alarak sertleşir. Bu sertleşme uzun bir süre devam eder, yıllar geçtikçe mukavemeti daha da artar. Mimar Sinan’ın, küfeki taşı üzerinde özel araştırmalar yapmış ve kolay işlenmesi, estetiği ve mukavemeti vb. gibi özellikleri sebebiyle eserlerinde kullanmıştır. Ulu Camii’nin önünden müftülük tarafına geçip oradan biraz geriye gelerek bir başka sokağa saptım. İskender Mahallesi 2011 nolu sokağın başına yenileyin girmişken dört yol ağzında eski ama yenice restore edilmiş bir ev dikkatimi çekti. Eve şöyle bir aşağıdan yukarıya bakarken çatısına yakın bir köşesinde Osmanlıca yazılmış güzel bir yazı gözüme ilişti. Hemen “bunu çekip arşivime alayım” dedim. Böylelikle eski Isparta evleriyle ilgili arşivime bir yenisi daha eklendi. Buradaki yazıda

“12 Maşaallah 87 (Hicri 1287=Miladi 1870)

Açıldıkça kapısın çeşm-i âdâ

Bi-hakk-ı suretü’l-İnnâ Fetehnâ” yazıyordu.

İki katlı olan aynı evin birinci kat seviyesinde iki ucun bir tarafında küfeki taşı üzerinde üst üste geçmiş iki ters üçgenle oluşturulmuş altı köşeli yıldız ya da “Mührü Süleyman” ve onun etrafında daire şeklinde tuğlalar dizilmişti.

Bunun karşı tarafı uçta da yine daire aynı tür taşa kazınmış tek bir üçgen motifi yer alıyordu. Bu üçlü manzara eve müstesna bir güzellik katarken evin ön cephesini teşkil eden kısmında ise sprey boyalarla yazılmış yazılar da o kadar görüntü kirliliği meydana getiriyordu.

Bu ev kimlerindi, kimler yaşıyordu merak ediyordum devrisi gün bunu sormak için zile bastığımda üniversite öğrencisi bir genç kapıyı açtı. Kendimi tanıttıktan sonra merak ettiğim soruları sordum ama genç“Biz bu evi yeni aldık. Bizden önce kimler yaşıyordu, kimlerindi ben bilmiyorum. Babamlar da evde yok.” dedi. Akşamüzeri yine aynı yoldan eve doğru giderken o sokaktan akşam vakti için camiye giden yaşlı bir amcaya rast geldim. Selam kelamdan sonra ona da aynı evle ilgili bazı sorular sordum ama ondan da doyurucu bilgiler alamadım. Birkaç gün sonra yine aynı evin önünden geçerken bir arkadaşımın yan evin kapısından içeriye girmeye çalıştığını görünce bir bilgi alabilirim umuduyla ona seslendim. Arkadaşa “yan evin eskiden kimlere ait olduğunu” sordum. O da “hocam bu ev Hatice Kapılı adlı bir teyzeye aitti. Teyze on sene kadar önce vefat edince çocukları bu binayı sattı. Bina sit alanı olduğundan, belediye, yeni sahibine evin aslına uygun olarak restore edilmesinde yardımcı oldu” dedi. Bu haliyle ev dışarıdan güzel görünüyor.

Isparta’da evlerin özellikle giriş kapılarında veya ön taraflarında dini sembol, motif ve yazılar yaygın bir biçimde kullanılıyor(muş). Birçok evin giriş kapısının üzerinde alınlık denen yerde “Mülk Allah’ındır ….Apartmanı” yazısı vardır. Bazı apartmanlarda da kutsal kitabımızda, (el-Mülk, 67/3-4; el-A ‘r⃠7/54); Yûsuf, 12/40, 67; el-En’âm, 6/62; el-Kasas, 28/70, 88; el-Mü ‘min, 40/12) vb gibi daha birçok ayette geçen “el-Mülkü lillah” ibaresi yazılıdır. “Bârekallah”, “Maşallah” yazısı hâlâ birçok evin girişini süslemektedir. Bunların yanı sıra “Her şeyi koruyan, muhafaza eden” anlamına gelen “Ya Hafız” güzel ismi de birçok evi koruyacağı düşüncesi ve inancıyla kapıların üstünde mermere nakşedilmiş bir vaziyette yazılı durumdadır Isparta’da. Yukarıda yıkılmalarından çok hayıflandığımı bahsettiğim gibi bu tür evler bir bir yıkılıp yerlerine dikey yoğun yerleşim mekânları olan apartmanlar yer almaya başladıkça herhalde bu dini sembol, motif ve yazılar da gün geçtikçe azalıyor. Isparta’nın eski mahallelerindeki söz konusu olan yıllanmış evler zamana karşı ne kadar daha dayanabilecek? İçinde acısıyla tatlısıyla koca bir ömür geçiren insanlar kaç yıl daha “yıktırmam” diye direnebilecek? Dayanma ve direnmelerin uzun süreli olacağını zannetmiyorum. Bir iki on yıl daha dayandıktan sonra insanların da mekânların da nefeslerinin yetmeyeceğini, ayaklarının taşıyamayacağını, kol ve kanatlarının sarıp sarmalayamayacağını dolayısıyla yok olup gideceklerini ve hiç bekletmeden yerlerine çok katlı ama ruhsuz, bir o kadar kuru, oldukça soğuk binalar inşa edileceğini, birçok yaşanmışlığın, hatıranın ve değerin üzerine beton döküleceğini düşünüyorum. Ülkemizde zenginlik ve gösterişin en büyük göstergelerden birisinin (diğerleri lüks arabaya sahip olmak, AVM’lerde alışveriş yapmak ve büyük bütçeli tatil yerlerinde eğlenmek) büyük, geniş ve şatafatlı evlerde oturmak olduğu zihniyeti devam ettiği müddetçe bu aşırı betonlaşma devam edecek.

(…)

Bir başka gün yine aynı yollardan eve dönüyordum. Yıkılmış evin olduğu yerden geçerken burada yaşamış olanlara ait bir şey bulabilir miyim derken toza toprağa karışmış bir pasaport gözüme ilişti. Tozunu toprağını silkeledikten sonra “kime ait acaba?” diye merak edip, şöyle bir açıp baktım. Makbule A. isimli bir teyzenin umreye gitmek için çıkarttığı belgeymiş. Bu belgeden yıkılmış evin Makbule teyzeye ait olduğunu öğrenmiş oldum. Pasaportu, komşu evin duvarına bitişik olarak yapılmış olduğundan ayakta kalabilmiş ocaklığın (şömine) üzerine koyarak taş toprak yığınlarının üzerinden ayrıldım.

Büyüğünün isminin Süleyman olduğunu öğrendiğim iki kardeş Afgan çocuk bir gülüş cümbüş eğlence havasında yıkımdan artakalan odun parçalarını toplayıp, sırtlanmış evlerine götürüyorlardı. Zira kış gelip çatmıştı. 01 Aralık 2017.

Bir başka gün öğleye doğru oradan geçerken Hüseyin Bey Camii’nin imamı ve birkaç cemaat caminin güney kısmında vakti beklerken imama yaklaşarak ona pasaport ve içindeki iki fotoğraftan bahsettim. İmam da Makbule teyzeyi tanıdığını hatta umreye beraber gittiklerini söyleyerek pasaportu alıp kendisine ulaştıracağını söyledi.

Teşekkür: Bu yazıda katkılarından dolayı iki kişiye teşekkür etmem gerekiyor. Osmanlıca yazıların okunmasında yardımlarını gördüğüm yeğenim, öğretmen arkadaşım ve yöre araştırmacısı sn. Mustafa Kuzucuk’a hassaten; son okumalarından dolayı sv. kızım Mervegül’e de özel olarak teşekkür ederim.

Prof. Dr. Adem EFE