ENDÜSTRİ 4.0 ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME

Beşincisi İzmir’de yapılan Elektrik Tesisat Ulusal Kongresi kapsamında Endüstri 4.0’a özel üç oturum gerçekleşti. Oldukça ufuk açıcı oturumlar olmasına rağmen toplantı sonrası kafamda bir takım sorular dolaşmaya başladı.

Öncelikle konuya ilişkin kısa bir özet yapalım:

İlk defa Almanya şansölyesi Angela Merkel tarafından zikredilen Endüstri 4.0 projesi ile pek çok yeni kavram da yavaş yavaş kendisine yer edinir oldu. Örneğin, artık “nesnelerin interneti” denildiğinde birbirine veya başka büyük bir iletişim ağına entegre eşyaları anlayacağız. Bu ne demek? Bu, elma seven sahibine içeride kaç tane elma kaldığını söyleyebilen buzdolabı demek! Sabahları omlet yiyen bir hanımefendiye omlet hazırlayabilen bir mutfak ünitesi demek! Dahası, bu ikisinin birbirleri ile bizim haberimiz olmadan iletişim kurabilmesi demek!

Heyecan verici değil mi?

Tüm bunlar elbette işin neticesi… Biz Hatice’ye bakacak olursak, Endüstri 4.0 aslında, üretim teknolojilerinin baştan aşağı değişmesi demek. Bir fabrikanın “set up” denilen, X ürününü üretmekten vazgeçip Y ürününe geçmesi için kapalı kalması gereken sürenin, robotlaşma ile çok kısalması demek. “Bant” olarak da bilinen fordist üretim tekniğinin son derece esnek hale gelmesi demek. Yani normalde standart bir ürünün çıktı olarak arz-ı endam ettiği aynı banttan, kişiye ve isteğe özel çeşitli ürünlerin, çok sayıda geçebilmesi demek. “Customised Mass Production” yani “Kişiselleşmiş Yığın Üretim” (Türkçe karşılığı Prof. Dr. Mustafa Zihni Tunca tarafından bu şekilde önerilmiştir) denilen bu teknik de ne ola ki derseniz, örneğin bir giyim markasına ait ürünlerin, sosyal medyada aldığı “like” yani beğeni sayısına göre eşzamanlı olarak üretiminin artırılıp, azaltılabilmesinin sağlanması demek.

Bu aşamada, zaten bir sanayi devi olan Almanya’nın neden böyle bir projeye gerek duyduğunu, dahası diğer gelişmiş batı ülkelerinin de “devrim” olarak nitelendirilen bu projeye neden destek verdiğini merak edebiliriz.

Almanya’nın argümanları endüstriyel mantığa oldukça uygun. Yüksek rekabet gücü elde etmek, yukarıda bahsedilen kişiselleşmiş yığın üretimi gerçekleştirmek, inovatif iş modelleri geliştirmek gibi hedeflerle hareket ediyor.

Peki, Almanya ve diğer gelişmiş ülkeleri endüstrinin dördüncü evresine geçmeye iten esas neden nedir diye soracak olursak, cevap olarak karşımıza “insan emeği” faktöründen had safhada faydalanan Çin’in çıktığını görürüz.

Gelişmiş batı ülkeleri, düşük maliyetli üretimleriyle artık açık bir tehdit haline gelen Çin’i alt etmek için, rekabet güçlerini ancak “hız” alarak artırabilirler. İnovasyon döngülerinin hızlanması ve üretime uyarlanabilmesi için de “insan” faktörünün sistemden çıkarılması gerekmektedir. Bu kritik unsurun bertaraf edilmesi, Çin’den daha ucuza üretmenin yegâne yolu gibi gözüküyor.

İşte bu noktada kafamda beliren sorulara gelecek olursak:

  • Mavi yakalı sınıfın tasfiyesi anlamına gelen bu “devrim” sonrası otomasyonda çalışan işçilerin “insansız” yeni sisteme adaptasyonu nasıl sağlanacaktır? Sağlanamaz ise işsizlik oranları alıp başını gitmeyecek midir?
  • Genç nüfusu zaten az olan ve gitgide azalma gösteren Avrupa’nın gelecekte üstünlüğü elde tutabilmesinin tek yolu “insansızlaştırma” mıdır? Diyelim ki öyle, o halde gelişmekte olan ve nüfus yoğunluğu görece fazla olan az gelişmiş ülkeler, planlanan bu “insansızlaştırma” projesine nasıl entegre olacaklardır?
  • Hâlihazırdaki en büyük robot üreticisinin ve ihracatçısının Çin olması ayrı bir ironi iken, Endüstri 4.0’ın Çin’den bağımsız olarak uygulanabilirliği mümkün müdür?
  • Kanaatimce en önemli soru ise, aşırı hızlanacak bu üretim fırtınasına yetecek hammadde tedariki nasıl sağlanacaktır? Dünya kaynaklarının hunharca kullanılması sürdürülebilirlik açısından ahlaki midir?

Toplantıda, işsizlik özelindeki endişelere verilen cevaplardan biri “Evrensel Temel Gelir” idi. Çalışsın veya çalışmasın, her insana ödenecek belirli bir parasal miktarı ifade eden bu gelirin Alaska gibi ABD’nin bazı eyaletlerinde ve Finlandiya’da ödenmeye başlandığı söylendi. Fakat GSMH’si görece düşük seviyedeki gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde bu miktarın nasıl ödeneceği sorusu şimdilik yanıtsız kaldı.

Endüstri 4.0 sonrası,  sistem dışında kalan mavi yakalının tüm gününü nasıl değerlendireceği ise başka bir soruydu? Artık çalışacak bir işi olmayan mavi yakalının, parklarda bahçelerde mutlu mesut gezecek olması elbette gerçekçi bir beklenti değildir. Bu endişeye cevap ise Fransız iktisatçı Thomas Piketty ’nin “21.Yüzyılda Kapital” adlı çalışmasından referans alınarak verildi: O’na göre bir insanın zaten gününün tamamını çalışarak geçirmesi doğasına aykırıdır. Kendi potansiyeline uygun yaratıcı faaliyetlere zaman ayırması gerekir.

Kulağa hoş geliyor. Fakat yine soruyorum, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler için işsizliği tetiklemeden bu öneri uygulanabilir mi?

Bu sorular uzar gider. Cevaplarını zaman içerisinde alacağız. Yine de her zaman “insan emeğinin üstünlüğünü” savunan bir iktisatçı olarak, mavi yakalıların sistemden dışlanmasının yaratacağı sonuçlardan endişeliyim.

“İnsansız” bir üretim ekonomisinin şekillendireceği bu yeni endüstri evresinden “alın teri” mi yoksa “akıl teri” mi galip çıkacak, zaman içerisinde hep birlikte yaşayıp göreceğiz. Umarım sonuçları “insan” için mutluluk verici olur.

Bir sonraki yazıda buluşmak dileğiyle…

Sevgiler

Müge Burcu Özdemir

23.10.2017

İzmir