İŞTE BİZ O GÜN TÜKENECEĞİZ!

“Moskova’da bir otomobil paramparça olmuştur. Araç sahibi kazadan kurtulur ama inliyordur:

-Mercedesim… Mercedesim…

Yoldan geçen biri onu görür ve şöyle der:

-Ama beyefendi… Otomobilin ne önemi var! Kolunuz kopmuş, görmüyor musunuz?

Adam kanlar içerisindeki bileğine bakar ve ağlar:

-Rolexim! Rolexim!

(Uruguay’lı yazar Eduardo Galeano’nun “Tepetaklak, Tersine Dünya Okulu” adlı kitabından alıntıdır.)

Tüketme ve mutluluk arasında ciddi bir ilişki olmalı ki, son yıllarda insanoğlunun tüketim hızı, önemli boyutlara ulaşmış durumda. Yaşamı idame ettirmek için gerekli olan zorunlu harcamalar haricinde esasında ihtiyaç duymadığımız pek çok ürünü veya hizmeti satın alırken buluyoruz kendimizi. Sadece satın almakla yetinsek yine iyi. Tüm bunları birilerinin görmesi, beğenmesi ve hatta içten içe kıskanması da lazım. Büyük buhran yıllarında satın alınan ürünlerin, nereden alındığı belli olmasın diye siyah poşetlerde taşınan zamanlardan, önünde tabela gibi markası işli olan kıyafetlerin giyildiği, saat gibi sadece zamanı gösteren bir aksesuarın sosyal statü sembolü haline geldiği bu zamanlara nasıl evirildik, anlaması gerçekten güç…

Sanayileşme ile birlikte üretimin, buna bağlı olarak da ürün çeşitliliğinin artması, hizmet sektöründeki baş döndüren gelişmeler ve en önemlisi de bireysel gelirin artışı, hepimizin tüketimin cazibesine kapılmasını sağladı. Şüphesiz sosyal medyanın hayatlarımızda daha fazla yer almaya başlamasının da bu duruma katkısı büyük.

Esas mesele, tüketimin insan beyninde yarattığı etkidir. Satın alma davranışının mutluluk hormonları olarak da bilinen serotonin ve dopamin salgısını artırdığı artık bilimsel bir gerçektir. Fakat bu, ne yazık ki uyuşturucuların yaptığına benzer bir etki olduğu için kısa sürelidir ve davranışın tekrarı gerekir. Bu sebeple tükettikçe tüketir, bir kısır döngü içerisine gireriz. Fark edene kadar da kendimizi kurtarmak neredeyse imkânsızdır.

İnsanın, kendi benliğine, motivasyonlarına dair bir farkındalık kazanması, sadece tüketim çılgınlığının değil daha pek çok sorunun üstesinden gelmesinde en büyük anahtardır.

Kişiyi, gereksiz tüketime yönelten en mühim sebeplerden birisi, varoluşsal veya duygusal boşluktur. Kendisini özünde yeterli ve değerli görmeyen insan, boşluk olarak tezahür eden bu eksik değeri tüketim davranışı ile telafi etmeye çalışır. Geliri nispetince ulaşabileceği en iyi ürün ve hizmete ulaşmaya gayret eder, sonucunda da kısa süreli de olsa bir haz/tatmin duygusu elde eder. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu haz duygusu, kısa sürelidir, geçicidir.

Hazzı kalıcı kılmanın yolu ise, uğruna yaşayacak bir amaç edinme ve bu amaç doğrultusunda çalışmak ve üretmektir. Elbette herkesin atomu parçalamasını, dünyayı yerinden oynatacak buluşlarda bulunmasını bekleyemeyiz. Bu hem rasyonel hem de gerekli değildir. Ancak insanın kendini tanıması, yeteneklerinin ve yararlılığının farkında olması ve bu doğrultuda bir amaç/uğraş edinmesi, ilk önce kendisini daha sonra da içerisinde yaşadığı toplumu daha iyi bir duygusal/ruhsal seviyeye çıkaracaktır. Gereksiz tüketim de buna bağlı olarak kendiliğinden azalacaktır.

Aksini sürdürmemiz durumunda hem kendi bilinçsizliğimiz içerisinde debelenmeye devam edeceğiz hem de yaşadığımız gezegenin kaynaklarını, tüketme davranışı uğruna boş yere harcamış olacağız.

İşte, biz esas o zaman tükeneceğiz!

Bir sonraki yazıda buluşmak dileğiyle… Sevgiler

Müge Burcu Özdemir

08.10.2017