FAİZLER “daha da” DÜŞMEDEN OLMAZ

Buna elbette “enflasyon düşmeden olmaz” diyenler de bulunacaktır.  Herkes cebindeki parası ya da yatırımının değer kaybetmesini hiç istemez. Bu yüzden faizi “külliyen haram” diyenler dahi “enflasyon kadar bir faiz olursa…”  diye söze başlayabilmektedirler. Bu yüzden enflasyon varsa faiz kaçınılmaz hale gelmektedir. Hatta ödememe riski diye, ülke riski diye  3-5 puan da ekstradan rakamı yükseltmektedirler.

Dünyanın gelişmiş ekonomileri faizleri %2-3 aralığında tutarken, yatırımların önündeki en büyük engel hala faiz görülürken, yüksek faizde ısrarcı olmak çok da anlaşılır değildir. Türkiye de dünyanın en fazla faiz veren ülkelerinden birisi olarak bu ligden kurtulmalıdır. Faizleri makul programlarla yeniden tek hanelere çekebilmelidir.

Evet, Merkez Bankası sonunda beklenen faiz indirimini gerçekleştirdi. Fiyat istikrarı anlamında hükümetle birlikte belirli amaçları gerçekleştirme görevi olan Merkez Bankası’nın bu açıklaması doğru yönde bir adımdır. Politika faizi 425 baz puan düşürülerek  % 19,75 olarak açıklandı.

Gelişmeler bu şekilde devam ettiği sürece, Eylül ayında bu kadar daha olmasa da yeni bir faiz indirimi daha gelir. FED’in bu haftaki indirimi ve Avrupa Merkez Bankasının pozisyonuna göre Türkiye yıl sonunu %12-14  faiz aralığı ile kapatabilir. Bunun anlamı Eylül ve Kasım toplantılarında, diğer şartlar sabitken, yeni faiz indirimi beklenmelidir. Her ne kadar 2019 yılı sonu itibariyle, geçen yıl bu zamanlar yaşananlardan sonra verilen 625 bp yükseltme kararı tersine çevrilecek en az 625 bp indirim yaşanacak denilse de azdır, yetersizdir. Uluslararası sermaye akımlarının girecek piyasa aradığı bu dönemde yüksek faiz oranları kabul edilebilir değildir.

Merkez Bankası’nın bir toplantı ile faizi 625 bp yükseltmesi, bir başka toplantı ile 425 bp düşürmesi bir laboratuvar deneyini eğlence ile seyreden çocuklardaki gibi bir his uyandırsa da ülkenin kaynaklarının faizle el değiştirmesi veya yurt dışına transfer edilmesi de bu dönemin ağır sonuçları arasındadır.

Şurası bir gerçek ki faizler hala yatırımların ciddi bir alternatifi durumundadır: “Yatırım yapma faize yat” yeniden 2000 öncesi Türkiye ekonomisinin kabuslarını yaşamak anlamına gelmektedir. Üretim maliyetli, haliyle istihdam durmuş; faiz kolay kazanç üstelik faizle piyasadan borç parayı toplayan devlet… O dönemlerde bir de devlete verilen borçtan elde edilen faiz kazançlarını vergiden muaf tutan bir devlet vardı ki, devletin gelir düzeni bitmişti. Yeniden o günleri hatırlayan bizim nesil için 20 yıl sonra yeniden aynı noktaya gelmek anlamındaydı bu durum.

G20 toplantılarında ekonomilerin büyümesi için tek sorumlunun para politikalarından sorumlu Merkez Bankaları olmadığı ve hükümetlerin  de mali disiplinden taviz vermeksizin bu süreçte birlikte yer  alması gerektiğine vurgu yapılmıştır. Türkiye için bu süreç yeni bir dönemin başlangıcıdır. Üretim, istihdam ve yapısal konulara ilişkin atılacak adımlar açısından bu günler, bir fırsattır. Aksi halde her gecikmenin bir bedeli olduğu gibi bunun da bir bedeli olacaktır.

Hala Jeopolitik Gerilimler

Rahip Brunson ile başlayıp, F35,  S-400 ve Doğu Akdeniz’le devam eden ateşten günlerin yangını sönmüş, dumanı tütmektedir. Yangını kontrol altına alma çabaları devam etmektedir. Bu faiz indirimini de biraz böyle görmek gerekmektedir. Ancak bu sürecin de öğrettikleri kuşkusuz vardır. İhracat konusunda ciddi ilerlemeler kaydedilmiştir. Bunun dış ticaret açıkları, cari denge üzerine etkisi olumludur. İthalatı karşılama oranları da haliyle yükselmiştir. Yaklaşık son bir yıllık süreçte, ihracatın artarak devam etmesi başka bir ülke yeteneğinin ortaya çıkmasında etkili olmuştur: ithal bağımlılığı azaltılabilir…

Merkez Bankası faiz indirimi reel faizle CDS arasındaki farkı kapatmıştır. %15 enflasyon %24 faiz dengesinde  “9” puan olan reel faiz, yaklaşık yarısına düşmüştür. Bu faizler ödenmez, bu faizlerle yatırım yapılmaz. Bu faizin tek haneli rakamlara düşürülmesi ile ilgili tedbirler acilen alınmaya devam etmelidir.

Paranın ve Faizin Genel Teorisi’ne bakıldığında İktisat teorilerinin de “varsayımların içinde kaybolduğu görülecektir.” Ancak her varsayım fiili durumu açıklamaktan acizdir. İktisadi konjonktür, Jeopolitik hatta Teopolitik değişkenler dahi iktisadi varsayımların önüne geçebilmektedir. Bu yüzden doğru kararlar almak, doğru adımlar atmak için sadece ekonominin göstergelerine sığınak yetmemektedir. Bunun için demokratik süreçler, hukuk alt yapısı, üretici ve tüketici güveni ile  ülkenin borç düzeyi de faiz oranlarında etkilidir. Ekonomiyi hala TL’ye güven gerektiren ve bunu sağlayacak politikaları önceleyen günler gerekmektedir. Milli paradan kaçış, para ikamesi ve yüksek döviz tevdiat hesaplarının oluşması, Merkez Bankası’nın bu faiz politikalarının etkisini azaltabilir.

Artık bundan sonrası hükümete kalmıştır: Doğru hedefler, doğru stratejiler, doğru kararlar ve irade…

“Haydi, işbaşına!”

Prof. Dr. İbrahim Attila ACAR