Tarımda da Milli Birlik

“Milli Tarım Projesi”ni bir kaç sene önce,  dönemin Tarım Bakanı Faruk Çelik ve başbakan Binali Yıldırım birlikte açıklamıştı … Şimdilerde bu projeye, “Birlik”  şemsiyesi eklenmiş olarak sunuldu.  Birlik güzel şey: hele birlik beraberlik, birlikte kalkınma, birlikte çözüm üretme konusu da varsa o zaman daha da önem kazanır. Bu konuda birlikte,  “ortak akıl” geliştirme, paylaşmak, ve geliştirmek girerse Türkiye’de besicilik ve tarım nefes alır… Sektör ses verirse, çiftçi konuşursa, sivil toplum ve üniversiteler çözümde görüş beyan ederse maksat hasıl olur.

Hatırlarsınız, İthal et dönemlerinde bir kurtuluş ipi gibi sarıldığımız “300 koyun projesi” vardı. Var mı hatırlayan şimdi? Ancak yine dönemin bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba’nın iyiniyetli bir icraatı olarak düşündüğümüz eski bir uygulama… Elbette iyi başladı ama akıbetini bilmediğimiz böyle hevesli durumlar, hayvancılık destekleri konusunda ciddi kuşkulara neden oluyor.

Şimdilerde Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı reform paketleri de hafızalarımızdaki bu ön yargılarla değerlendiriliyor. Besicilik ve Tarımın yapısal sorunlarını çözecek, enflasyonu düşürecek projeler olup olmadığı içerik açıklanınca belli olacak. Aslında beklenti şöyle: Besicilik ve Tarımda girdi maliyetlerini düşürecek, çiftçiye para kazandıracak ve üretimi artırarak sürdürecek bir ortamın sağlanması…

Hazine ve Maliye Bakanının açıklamasında Büyükbaş konusuna girilmeden, bir “küçükbaş destek programı”ndan söz edildi:  47 milyondan 100 milyon başa, küçükbaş sayısının arttırılması öngörülmektedir. Kooperatifler konusu bir muammadır. Besi ve Tarımsal üretimin hangi aşaması için aktif rol üstleneceği de belli değildir.  Evet, katma değerli ürün üretilmelidir. İnovasyon/yenilik içeren ürün ve teknolojilere odaklanılmalıdır. Gel gör ki sürecin bir noktasından sisteme dahil olmak, gelecek açısından kolay olmamaktadır. Ancak besicilik ve tarımda gerekli hamleler yapılmadan, kronik enflasyon ve işsizlik problemlerinin çözümü çok da kolay değildir. Hala besicilik ve tarım konusunda girdiler ithaldir ve maliyet yüksektir.

Bu konuda Tarım ve Orman Bakanlığı kadar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemindeki Politika Kurullarının bu konuda insiyatif alması, özel sektör ve Sivil Toplum Kuruluşlarının katılımcı bir yaklaşımla konuya müdahil olması beklenmektedir. İki bürokratın iki dudağından sadır olan dökümanların ya da yurt dışı bir organizasyondan temin edilen materyallerin tercüme edilip, politika olarak sunulduğu zamanların geride kaldığını görmek ve inanmak istiyoruz.

Enflasyon deyince işte Mart/2019 enflasyon verileri de geldi.  Yangın öncelikle üreticide başladı. TÜİK’in açıkladığı tarım ürünleri üretici fiyat endeksini (Tarım-ÜFE) açıkladı. Aylık Tarım-ÜFE artışı 1,75. Son 12 aydaki artış %13,2 olmuştur. Fiyat artışı çiftçiden yana ama çiftçi reel olarak kazancını koruyamadı, tam tersine geriledi. Buna sermayeden yemek de diyebiliriz. Tarım-ÜFE’sindeki böylesine rekor bir artış, üreticinin dengesinin bozulduğunun ve normal bir dönemden geçilmediğinin önemli bir kanıtıdır. Üretici fiyatlarının artması üreticiyi memnun etmiyorsa; Ekilen – dikilen tarım arazisi miktarı azalıyor ve çiftçi sayısı geriliyorsa, haliyle üretim kayıpları ortaya çıkıyorsa beside ve tarımsal nüfusta ister istemez gerileme görülecektir. Arazi kullanımı azalacaktır. Benzer durum hayvancılık için de geçerlidir. süt verimi düşünce, maliyetler artınca süt inekleri kesime gönderilmektedir. Yakında süt ithalatı gündeme gelirse şaşmayalım. Düşen üretimin anlamı açıktır:  ithalat yoluyla başka bir ülkenin çiftçisine iş ve istihdam sağlamak demektir. Dışa bağımlılık demektir. Cari açık demektir.

“Çiftçi” diye bir şey duymadık yeni programda..  Örgütlenme net değil, teşvik açık değil, bütüncül bir kalkışma modeli sunuma yansımamıştır. En önemlisi politika üretilirken mevcut ve hedeflenen durum ortaya konulur. Rakamlar ilan edilir: Nereden nereye varılacağı bunun için ne tür kaynak ve faaliyetler yürütüleceği; bunların faaliyetleri ve maliyetleri ile birlikte açıklanır. Riskler hesaplanır, bu durumda atılacak adımlara yer verilir.

Ortada rakamlar yoktu: Olan rakamlar da 2001 tarım sayımı rakamlarıdır. Haliyle yıllar itibariyle revize rakamlarla oluşturulan veri setinin güvenilirliği tartışmalıdır. Sistematik bunun üzerine oturtulmaktadır. Besicilik ve Tarım sektörüne yönelik veri tabanının güncelliği, doğruluğu ve güvenilirliği tartışmalı iken sağlıklı bir planlama ve projeksiyonlara nasıl ulaşılır? Tek cümleyle, ölçülemeyenin kontrolü nasıl sağlanır?

Besicilik ve Tarım desteklemelerinin “düzenleyici etki analizi”  nasıl yapılıyor? Ya da yapılıyor mu? Teşvik ya da destekleme denilen konu sadece  “Verme” odaklı mı olmalıdır? Kimse “verdiğimiz bunca paralar nereye gitti” demiyor!

2018 yılında 14,6 milyar TL olan destek paketi, 2019 için 16,1 milyar TL olarak açıklanmıştır. Besicilik ve Tarımsal desteklemelerin “kırsaldaki katkısı, çiftçinin refahına etkisi” hesaplanamıyor. Üstelik Sayıştay da bunun peşine düşmüş görünmektedir. Raporlarda bu hususa dikkat çekilmektedir. Politika dediğimiz konudan beklenen husus, “besi ve tarım sektöründe gelir/refah düzeyini yükseltmek; üretim, verim ve ürün çeşitliliğini artırarak bu işi sürdürülebilir kılmaktır. Hasılı bunun yolu bellidir: besiciliği ve tarımsal üretimi desteklemek… Hepimiz bilmesine biliyoruz da;

Ne yapacağımızı biliyoruz,  ama ne yaptığımızı bilmiyoruz…

Prof. Dr. İbrahim Attila ACAR