Köşe Yazarı Olmak

Köşe yazarı olmak zordur. İster spor yazarı ol, ister ekonomi, istersen siyaset fark etmez. Öncelikle her sabah bilgisayarın başına geçeceksin, önce kendi yazını okuyacaksın. Sonra diğer yazarları irdeleyeceksin. Daha sonra ise gündeme odaklanıp, biraz da kaleminin gücü oranında yazını hazırlayıp, gazeteye göndereceksin. Tabi ki, yazını göndermekle iş bitmiyor. Yazın editörler tarafından okunacak, eğer düzeltmeler gerekiyorsa tekrar sana gönderilecek ve istenilen düzeltmeleri yaparsan yazın yayımlanacak, yok benim prensiplerim var deyip, yazında ısrar edersen, ya editör düzeltir yayımlanır ya da, gazetede senin sütununda şöyle bir ifade yer alır; “Yazarımızın rahatsızlığından dolayı bu günkü yazısı yayımlanamamıştır.”.

Çünkü yazın gazetenin genel yayın politikasıyla çatışmayacak. Gazetenin genel duruşuyla, senin duruşun aynı olacak. Gönlünden geçene göre değil, gazetenin iklimine göre hareket edeceksin.

Misal; bir spor gazetesinde köşe yazarısın. A takımı hakkında makale yazacaksın. Öyle aklına geleni yazamazsın. Gazete yöneticilerinin A takımının yöneticileri, teknik direktörüyle olan muhabbetleri ister istemez senin yazını etkiyecektir. Varsayalım ki, A takımı yenilmiştir. Teknik direktörünü eleştirmek istiyorsun. Sana göre takım, yanlış oynatılmıştır. Ama bir sıkıntı var, A takımının teknik direktörü senin kankin. O zaman “Yeterli transferler yapılmadı.” diye yönetime sallayacaksın. Yönetimde, gazete yöneticilerinin kankisi. O zaman suya sabuna dokunmayan bir maç yazısını kaleme alabilirsin. Hatta yeteneğin varsa, mağlubiyeti “Adet” olduğu üzere hakeme yükleyebilirsin.

Misal ekonomi yazarısın. Dövizin her hareketlenmesinde yazı kaleme alman gerekecek. İnandığını mı yazacaksın yoksa, gazetenin duruşuna göre yazı mı kaleme alacaksın? İnandığını yazarsan mahallede ‘Brütüs’ muamelesi görürsün. Yazmazsan kendi içinde çelişkiye düşer, “O zaman en iyisi biraz beklemek diye.” düşünürsün. Daha sonra mahallede oluşan genel kanıya göre bir yazıyı döşenirsin.

Misal; Prof. Dr. İbrahim Atilla Acar. Ekonomi ve maliye profesörüdür. Her iki alanı da çok iyi bilir. Şimdilerde moda olan jargonla ifade edersek; hem para politikasında hem de maliye politikasında yazacak hayli birikime sahiptir. Uzmanlık alanı da bütçedir. Denk bütçeyi savunur. (Burada zaman zaman anlaşamayız. Ben denk bütçe tezinin aksine, bütçenin biraz cari açık vermesi taraftarıyım).  Anlayacağınız iyi bir bilim adamıdır. Piyasada görülen, TV’lerin açık oturumuna çıkıp hiçbir şey söylemeden, sadece sesini yükselten sözde bilim adamlarından kat kat daha doludur. Ancak, Acar hoca da, döviz kurunun patladığı, kaosun yaşandığı bir ortamda nedense bir yazı kaleme almadı. Kaldı ki, kendisi bir ekonomi gazetesinde köşe yazarı, TV ve radyo yorumculuğu gibi alanlarda kalem oynatmakta ve söz söylemektedir. Ne yaptı Prof. Dr. İbrahim A. Acar? akıllı olan herkesin yaptığı gibi bekledi, daha sonra suya sabuna dokunmayan bir yazı kaleme alıp; neden- sonuç ilişkisine değinmeden bu sitede yayımladı.

Oysa Acar hoca birikimiyle daha fazlasını yazabilirdi. Ülkemizin operasyonlardan neden etkilendiğini, başka ülkelerin soğuk algılığıyla geçirebileceği bir virüs saldırısı karşısında neden zatürre olduğumuzu açık ve net olarak ortaya koyabilirdi.  Ancak, koymadı veya koyamadı, bilmiyorum…

Türkiye’de enflasyon oranı çok yüksek. Bunu zaten herkes söylüyor. Enflasyon sepetine baktığımızda, en fazla artışın gıdada olduğunu görüyoruz. Peki neden gıda? Efendim, herkes bir şeyler söylüyor veya yazıyor. Genelde bu fiyat artışlarının nedeni olarak da aracılar gösteriliyor, kabzımallar suçlanıyor. Doğru veya yanlış bilmem. Ancak bildiğim bir şey var, bu ülkede bazı iktisatçılar koro halinde; “Devlet tütün yakar mı?” diye haykırarak, taban fiyat uygulamasının sonunun getirdiler ve üreticileri özel sektörün eline muhtaç ettiler. Devlet gerekiyorsa tütün üreticisinin elindeki tütünleri alır; satabildiğini satar, satamadığını yakar. Devlet fındık üreticisinin elindeki fındıkları alır, ihraç edebildiğini eder, edemediğini ise çürüterek yağlık olarak satar. Devlet bu tip politikalarıyla, gıda arzında olabilecek düşüşe engel olur, vatandaşının ucuz gıda alması için her türlü sosyal ve finansal tedbirleri alır; kâr- zarar dengesine bakmadan uygulamasını yapar.

Ancak, bu konuda yazı yazan birkaç bilim insanı dışında kimse göremezsiniz. Çünkü, bunlara göre devlet üreticiyle muhatap olmamalı, genel kuralları koymalı ve sadece gözlemci olarak yetinmelidir. Asla oyuna girmemelidir. O zamanda, fındık üreticilerini piyasada tekel olan bir İtalyan firmasının insafına bırakmış olursunuz ama, bunlara göre piyasa ne diyorsa odur!

Şimdi, o üreticilerin içinden gelip, feryatlarıyla üzülen birisi olarak, Prof. Dr. İbrahim Atilla Acar’dan şöyle bir okkalı yazı beklemek hakkımız değil mi? Acar hoca, Avrupa Birliği’nin ve ABD’nin üreticilerine vermiş olduğu yüksek orandaki desteği çok iyi bilir. Bilir de, yazar mı, işte orasını bilemem. Çünkü hocanın zaman zaman girip çıktığı mahalle koro halinde buna itiraz edebilir.

Gerçi hoca yazmasa da haklı olabilir. Yıllar önce bir köşe yazarı ülkemizde çok ünlü olan bir sanatçının yine çok ünlü olan parçasının çalıntı olduğunu söylemişti de, o köşe yazarına mavi gökyüzünü dar ettiler. Adamcağızın köşesini elinden aldılar ve yıllarca yazacak gazete bulamadı. İşin ilginç tarafı ise, şarkısı çalınan sanatçı ise ne “Evet” ne de “Hayır” dedi. Çünkü o’da başına gelecekleri biliyordu. Sanırım Acar hocada bunları çok iyi bilmektedir.

Sonuç olarak; köşe yazarlığı zor zanaattır. Her ne kadar yine bir köşe yazarı; ülkemizde köşe yazarlarının okunmadığını, hatta bazı yazarların yazmasa bile kimsenin farkına varmayacağını söylese de, bu mesleğe saygı duymak gerekir diye düşünüyorum.

Muhabbetle…

Prof. Dr. Hayrettin USUL