Vakıf Medeniyetimiz

Vakıf eseri bir çeşmeden, bir sebilden bir yudum içmişsinizdir. Suyu içtikten sonra vakfa ait bir korulukta veyahut bir ulu ağaç altında serinlemişsinizdir. Biraz dinlendikten sonra vakfın yaptırmış olduğu bir yoldan, bir köprüden geçmişsinizdir… Hayatınızın bir döneminde vakıflara ait bir yerde bulunup, onlardan faydalanmışsınızdır veya bir vakıf kurarak ihtiyacı olan insanlara, canlılara hizmet vermişsinizdir.

Vakıfla ilgili birçok tanım yapılabilir. Bunlardan birine göre “Vakıf, bir malın hayır temelli kullanılması amacı ile özel mülkiyetten çıkarılarak toplumsal mülkiyete intikal ettirilmesi ve orada tutulması” anlamına gelir. Bir başka tanım da “Vakıf, mülkiyeti Allah’a, faydası ümmetin muhtaçlarına ait olan menkul veya gayr-i menkullerdir” şeklindedir. Bir kurum olarak vakıf, zengin ve varlıklı bir kişiyi infak, diğer insanlara yardımcı olmak amacıyla harekete geçirerek kişisel mallarından bir kısmını kamu hizmeti görecek kuruluşlara dönüştürmek suretiyle, onları toplumsallaştırması”dır.

Vakıflar, bir İslâm hukuku düzenlemesi olmasına karşın en başarılı örneklerini Osmanlılar döneminde vermiştir. İslâm devletlerinde çok önemli bir sosyal kurum olma özelliği taşıyan vakıflar, ekonomik ve sosyal ve kültürel hayatta birçok temel fonksiyonun yerine getirilmesini sağlamışlardır.

Osmanlılarda vakıfların toplumun eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi en temel ihtiyaçlarının yanı sıra detay sayılabilecek alanda faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. Bu gerçeklikten hareketle tarihçiler Osmanlı toplumunu ve toplumsal yapısını açıklamak üzere, «vakıf medeniyeti» deyimini kullanmışlardır. Yine Osmanlı toplumsal ve kültürel yapısını açıklamak için kullanılan anahtar kavramlardan birisinin de “köprü medeniyeti” olduğunu hatırlatmak isteriz. Bu cümleden olarak Osmanlı ülkesinde ve memleketin çeşitli yerlerinde devlet adamları, idareciler ve zengin kişiler ülkenin imarı, gelişip kalkınması ve süslenmesi halkın refahı ve faydalanması için çeşitli vakıflar kurup, bunlar aracılığıyla birtakım faaliyetler yapmışlardır. Öz olarak vakıflar kültür ve sanata hizmettir; en güzel bir sosyal hizmet kurumudur; atalarımızın bizlere bıraktığı bir kültür mirasıdır. O halde bu sosyal hizmet kurumları arasında neler vardır veya atalarımız bizler ne gibi bir kültür mirası bırakmıştır? Bu sorulara cevap vermek için vakıfları ve kuruluş amaçlarını açıklamak gerekir. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

Halkın dini ibadetlerini yerine getirebilmeleri için cami, mescit, tekke, zaviye ve türbeler inşa etmek ve onarmak,

İlim ve fen öğretmek için mektep, medrese, kütüphane vb. gibi ilim kurumları açmak ve giderlerini karşılamak; öğrencilerin gider ve ihtiyaçlarını karşılamak için burs vermek,

Halkın sağlık, sosyal ve ekonomik gereksinimleri gidermek amacıyla imarethaneler, aşevleri, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, misafirhaneler ve hastaneler kurmak,

Şehirlerin, yerleşim birimlerinin ulaşımını sağlamak ve kolaylaştırmak için yollar, köprüler ve geçitler inşa etmek,

Şehir ve kasabaların su ihtiyacını karşılamak amacıyla kuyular, suyolları ve su kemerleri gibi isale hatları inşa etmek, çeşme ve sebiller yapmak,

Yukarıda sayılan hizmet ve yatırımların giderlerin ihtiyacını devamlı bir şekilde karşılamak amacıyla, akar denilen, kiraya vermek şartıyla han, hamam, emlak ve arazi satın almak gibi birtakım alanlarda vakıflar kurulmuştur. Bunların bir kısmı kurulduğu günden günümüze kadar gelmiş olup hizmet vermeye devam etmektedir. Bunlar gibi ana alanların dışında detay diyebileceğimiz hususlarda bile vakıflar kurulmuş veya kurulan vakıflardan bunlara ödenek ayrılmıştır. Bunları da şu şekilde özetlemek mümkündür. Çocuk emzirme yerleri ve yuvaları açmak; esir ve köle azat etmek; efendileri tarafından azarlanmamaları için, kırdıkları kâse ve kapların yerine yenisini almak; yetim kızlara çeyiz hazırlamak; fakirlere yakacak temin etmek; borçluların borçlarını ödemek, dul kadınlara ve muhtaçlara yardım etmek; okul çocuklarına gıda ve giyecek yardımı yapmak; fakir ve kimsesiz kimselerin cenazelerini kaldırmak; bayramlarda çocukları ve kimsesizleri sevindirmek, yaşlı ve kimsesiz kadınları korumak ve son olarak yaralı kuşlara, hasta hayvanlara veya göç edemeyen leyleklere bakmak vb. gibi daha birçok amaç ve gaye için vakıflar kurulmuştur. Bütün bunlara bakıldığında vakıfların, hayvandan insana ve toplumdan insanlığa hizmet için kurulmuş olup aynı zamanda bunların birer sosyal güvenlik ve toplumsal dayanışma, birlik, beraberlik ve sosyal bütünleşme görevi gördüklerini rahatlıkla söylemek mümkündür.

Bir vakıf medeniyeti olan Osmanlı Devleti’nde bu denli farklı amaç ve gayeyle kurulmuş vakıfların gerçek sayısının ne kadar olduğunu tespit edebilmek oldukça zordur. Bugüne kadar yerli ve yabancı tarihçi ve özellikle medeniyet tarihçilerinin tespit edebildikleri kadarıyla Osmanlı ülkesinde 26.000 küsur vakfın kurulup çeşitli alanlarda faaliyet gösterdikleri ortaya çıkarılmıştır. Bunların tam ve son sayısını çıkartıp belirleyebilmek için tarihçilere, sosyologlara hâlâ büyük görevler düşmektedir.

Allah’ın kendisine verdiği mal ve serveti, infak kabilinden diğer insan, hayvan ve canlılara faydalı olması için sağlığında veya öldükten sonra bir kurum, bir eser, bir akar bırakarak “insana ve yaratılana yapılan hizmet yaratana yapılmıştır” düsturundan hareket eden ecdadımız, insanımıza ve insanlığa birçok eser bırakmıştır.

Vakıfların birçok fonksiyonu vardır. Vakıfların sosyal çatışmayı önlemesi, toplumsal güveni tesis edip artırması, toplumsal bütünlüğü sağlaması, servet-gelir dağılımını düzenlemesi, istihdam yaratması ve benzeri birçok sosyal, ekonomik, eğitimsel, kültürel, tarihi ve siyasal fonksiyonları olduğunu belirtmek mümkündür.

Geçmişten günümüze birçok fonksiyonu yerine getiren vakıfların, yerinde ve kuruluş amacına uygun olarak işletilmesi gerekmektedir. Her bir vakfın kurucusu tarafından düzenlenen vakfın işleyişiyle ilgili resmî belgeye, diğer bir deyişle şartnameye, “vakfiye” denir. Bir vakıf kurulduğu andan itibaren bu vakfiyeye uygun bir şekilde davranılması, işletilmesi ve yürütülmesi büyük önem arz etmektedir.

Vakfiyelerin başında veya sonunda hayır duaları yazılmış olduğu gibi o vakfın işleyiş kurallarını değiştiren hakkında da çok ağır beddua cümleleri yer almaktadır. Bu bakımdan vakıfların şartnameleri, malları ve bunların uygun ve yerinde kullanımı hususunda çok duyarlı olmak gerekmektedir.

Bu bağlamda “Vav’lardan (yâni vallâhi diyerek lüzumsuz yere yemin etmekten,

Mesûliyet şuur ve hassâsiyeti taşımayan bir vâli olmaktan,

Hakkını îfâ edemeyen bir vasî olmaktan ve

Gâyesine uygun sarf edilmediğinde ağır bir vebâli gerektiren vakıf malından) kaçının; mesûliyetinden korkun!” şeklindeki bir ulu sözü buraya alıntılayarak, konunun hassasiyetini vurgulayıp, yazıyı hitama erdirelim.

Hoşça kalınız efendim.

Prof. Dr. Adem EFE