Vücuda Enjekte Edilen Mikroçipler ve İnsanoğlunun Geleceği

Uzun süredir yazmayı istediğim halde bir türlü fırsat bulup yazamadığım bir konu var. Acaba insanoğlu yakın gelecekte teknolojiyi daha verimli kullanabilmek için biyonikleşmeye razı olacak mı?

80’li yıllarda hayatımıza giren bilgisayarlar 90’ların sonlarına kadar masalarımızda en çok yeri kaplayan oldukça cüsseli aygıtlardı. 2000’lere geldiğimizde bizlere hareketlilik sağlayan laptop bilgisayarlar girdi hayatımıza. 2010’ların ilk yarısında tabletler, ikinci yarısında ise akıllı telefonlar bilgi ve iletişim ihtiyaçlarımızı karşılar hale geldi. Artık anahtar, kredi kartı, kimlik vb. günlük hayatta çok sık kullandığımız pek çok şeyi yanımızda taşımak yerine cep telefonlarımızı kullanarak bu ihtiyaçlarımızı karşılayabilir hale geldik.

 Şu anda geldiğimiz noktada ise bilim insanları ve girişimciler cep telefonuna bile ihtiyaç duymadan hayatı kolaylaştırabilmenin imkânı var mı sorusuna cevap arıyor. Bu noktada tıp alanında gerçekleştirilen ve görme engellilerin nesneleri algılayabilmesini sağlayan görüş sistemlerini, felçli ya da engelli hastaların hareket etmelerini sağlayan çalışmaları ve kalp pili gibi cihazlarla teknoloji desteği sağlayan diğer çalışmaları bir kenara bırakıp asıl sorumuza dönelim: Vücudunuza mikroçip ve diğer elektronik sistemlerin yerleştirilmesi suretiyle hayatınızın kolaylaşmasını ister miydiniz? Örneğin, diyabet hastası iseniz şeker düzeyinizi düzenli ölçüp rapor eden, tansiyon hastası iseniz kan basıncınız anormal bir durumda iken sağlık kuruluşlarına durumu otomatik rapor eden, çocuğunuz okuldan eve gelirken farklı bir yola saptığında acilen size haber veren, evinize yaklaştığınızda kapıyı otomatik olarak açıp girdiğiniz her odada ışık ve televizyon gibi çok kullandığınız ev eşyalarını aktif hale getiren mikroçiplerin sizin ve aile üyelerinizin vücutlarınıza yerleştirilmesi size rahatsızlık verir mi?

Geçtiğimiz aylarda basında çokça yer alan bir haberde, ABD merkezli bir işletmenin çalışanlarına 300 Dolar değerinde küçük bir mikroçip enjekte ederek kurum içinde kimlik kartı, anahtar ve kredi kartına ihtiyaç olmadan çalışmalarını sağlayacağı ifade ediliyordu. Şirkette çalışan 80 kişiden 50’sinin gönüllü olarak baş parmağı ve işaret parmağı arasına enjekte edilen ve bir pirinç tanesinden biraz daha uzun olan bu mikroçipler RFID olarak bilinen teknoloji ile çalışıyor. Enjeksiyon işleminin çok can yakıcı olmadığı ifade edilen bu mikroçipler daha çok kısa mesafeden kimlik bilgilerini ilgili kart okuyucularla paylaşarak şifreye gerek kalmadan kapıların açılması, fotokopi makinesinin ve meşrubat otomatlarının çalışması gibi güvenlik gerektiren işlemlerde kullanılıyor.

Haberlere konu olan bu uygulama aslında yıllardır var olan bir sistemin bir şirket tarafından ilk defa aktif olarak kullanılması sebebiyle önem taşıyor gibi görünse de İsveç’te başka bir şirket benzer uygulamayı 75 çalışanı üzerinde zaten bir süredir uyguluyor. Şirket için maliyet tasarrufu, çalışanlar açısında ise kolaylık ve zaman tasarrufu anlamına gelen bu sistem halihazırda hastaların tedavi geçmişleri ve kan grubu gibi temel bilgilerin takibi amacıyla zaten pek çok hastanede uygulanıyor. Ayrıca benzer mikroçipler Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklar ile sağırlık gibi durumlarda da yardımcı olmak üzere kullanılabiliyor.

Sistem ile ilgili en önemli iki endişe ise güvenlik sorunları ve muhtemel sağlık problemleri. Pek çok kişi bu mikroçiplerde yer alan bilgilerin çalınması ya da uydudan konumlarının takibi gibi güvenlik endişeleri taşıyor. Oysa ki, GPS sistemi barındırmayan mevcut mikroçiplere sadece oldukça yakında yer alan kart okuyucu sistemler tarafından erişilebiliyor. Hatta iki yıl kadar önce bir bilgisayar korsanı benzer mikroçiplerden yararlanarak bitcoin olarak bilinen sanal para hırsızlığı teşebbüsünde bulunmasına rağmen başarılı olamamıştı.

Sağlık konusundaki endişelerin başında ise vücudun verebileceği tepkiler, mikroçipin kırılması, MR ve röntgen gibi cihazlarda sıkıntı yaşayabilme ve gelecekte meydana gelebilecek yan etkiler konusunda tepkiler ön plana çıkıyor. İçerisinde pil vb. enerji kaynağı barındırmayan ve üzeri sert bir cam kapsülle çevrili olan bu mikroçiplerin kırılması için insan vücudunun (genellikle avuç) çok güçlü bir darbe ile ezilmesi gerekiyor ki bu durumda zaten kemiklerin bile kırılması söz konusu olacağından mutlaka acil müdahale gerekecektir. MR ve röntgen cihazlarının çalışmasına zarar vermediği ifade edilen RFID mikroçiplerinin bu cihazlardan etkilenmediği de ifade ediliyor. Gelecekte vücudun bu küçük mikroçiplerden etkilenmesi konusunda ise uzmanların ciddi endişeleri bulunmuyor. Hatta geçtiğimiz günlerde Rusya’da bir doktorun hayatını kolaylaştırmak için avcuna altı tane birden mikroçip yerleştirdiği biliniyor.

Avustralya’da ise bir genç çok sık seyahat etmesi sebebiyle otobüs kartında yer alan bilgileri bir RFID mikroçipine aktararak avucuna enjekte ettirmek suretiyle kart taşıma sorunundan kurtulmuş! Cüzdanı çalınsa bile evine rahatlıkla dönebileceğini söyleyen bu genç de mikroçip kullanımını Rus doktor ve diğerleri gibi oldukça faydalı buluyor.

Yukarıda belirttiğim gibi İsveç’te bir şirketin tüm çalışanları bu sistemden yararlanırken ülkede kendisine mikroçip enjekte ettiren kişi sayısının 2 binin üzerinde olduğu ifade ediliyor! Bu yüzden de kamu tarafından işletilen bir trenyolu şirketi yolcularından gönüllü olanlara mikroçip enjekte ettirerek seyahat ödemelerini ve yolculuklarını kolaylaştırmayı arzuluyor. Şirket, en az 200 kişinin bu sistemden yararlanmak isteyeceğini düşünüyor.

ABD’de mikroçiplerin hayvanlar üzerinde kullanımı serbest olmakla birlikte bireyler üzerinde kullanım izni eyaletlere göre farklılık gösteriyor. 2004 yılında hükümet tarafından sağlık amacıyla mikroçip kullanımı ise yasal hale getirilmişti.

Şirketlerin ve devletin sağlık amacıyla insanlara mikroçip yerleştirmesine ise itiraz eden farklı gruplar mevcut. İnsan hakları grupları mikroçip kullanımına insanlara ait verilerin güvenliği, insanların takibi, fişlenmesi vb. konulardaki endişelerden dolayı karşı çıkarken, gelecekte tüm insanlarda kimlik bilgilerinin zorunlu olarak mikroçiplerde taşınması gibi sıkıntılarla karşı karşıya kalmadan önce bu sistemlerin yaygın kullanımının önüne geçmek istiyor.

Bazı radikal Hristiyan grupları ise mikroçipleri kutsal kitapta yer alan “Canavarın işareti” olarak kabul ediyor ve kıyameti alameti olarak algılayıp engel olmaya çalışıyor.

Başa dönersek, biyonikleşme yolunda ilk adım olarak kabul edebileceğimiz mikroçipler sizce hayatımızın bir parçası olmalı mı ya da olacak mı? Yakın gelecekte göreceğiz…

Prof. Dr. Mustafa Zihni TUNCA